Bazen,
öylesine kaptırırdık ki hayatın telaşına, günleri hatırlamazdık. Hangi gündeyiz
çıkaramazdık bir türlü. O zaman bir dizi yetişirdi imdadımıza. Kuzeyi gösteren
Kutup Yıldızı gibi. Güneyden parlardı bu yıldız.
“Yarın
ASİ olduğuna göre bugün Perşembe” derdik. Asi, Cuma günlerinin akşam saat sekiziydi
çünkü. Güneyin Kutup Yıldızı, Cuma akşamları sekizde parlardı.
Koşturmaca
içindeyken, gece gündüze karışmış, dinlenmeyi göz ardı edip hiç dinlemeden, yorgunluğa
kulaç atarken unutulur gider günler. Ama gelişi unutulmayan bir gün vardır hepimizce.
Pazartesi.
Bir
dizi, 71 haftalık takvim oldu bize. Pazartesi günleri zaten aklımızdan çıkmazdı çıkmasına; ama hafta sonuna
doğru günleri unutuyorduk zaman zaman. O
zaman bir pusula vardı. Bir Kutup Yıldızı vardı; ASİ.
Cuma
günleri trafik keşmekeşinden, şehrin betonundan, önünde iki metrelik bile bahçesi
olmayıp, varsa da bahçesi beton dökülüp araba parkı yapılmış apartmanlarla dolu
mahallelerin kupkuru görüntüsünden; her
yerde rastlanan yalnızlığın ya da yapayalnızlığın sessizliğinden; belki de
kalabalık ortamlardaki yalnızlıklardan kaçılan anlardı Cuma günlerinin saat
sekizleri.
Evlerde yalnız da olunsa, kalabalık olunup
kalabalık içinde yalnızlıklar yaşansa da dört kız kardeşi, bir ağa dedeyi,
kızlarının en yakın arkadaşı bir babayı, hep burun kıvıran, çığırtkan, ağa kızı
bir anneyi, yemeklerinin kokusu her evden duyulan Fatma Anayı, öylesi herkesçe
istenecek bir kahyayı koca bir çiftlikte
gezerken, masada yemek yerken, şen şakrak konuşurken ya da ter döke döke
tarlada, güneşin alnında çiftçilik yaparken gördüğümüzde metropollerde bir
blokta yaşayan herkes o çiftlikte olmayı
istedi. Orada olmak, Cuma günleri olasıydı. Cuma günleri akşam saat sekizde.
71
hafta boyunca, haftanın o günü, o saatte çiçekler açtı saksı bile olmayan
evlerde. Nehirler aktı; nehirleri artık yapılar, yollar altında kalmış şehirlerde. Tarlalar yağmurla
yeşerdi; artık tarlalarının üzerine bloklar kondurulmuş metropollerde. Kültür
kol gezdi mimarisinden, tarihinden, Hatay sofrasından, çiftlik evinden, çiftlik
evi döşemesinden, kadın giysisinin en zarifinden, çizmenin derisinden, çantada,
kemerde gönün en hasından kültür rüzgarı esti. Portakal kokulu, ipek
yumuşaklığında, nehir yosunu renginde. Tüm bunlara hasret kalmış büyük
kentlilerin gönüllerine ki yozluğun kol
gezdiği yerlerde yaşar onlar.
Acemi
Demirci, 20.06.2013, 21:03
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder