Bir dizi izledim. Adı belli. ASİ. ASİ’ye kızın dizisi.
İkinci bir dizi olmadı. Elveda Rumeli'yi saymazsak. O biraz
bizimkilerin hikayesiydi. Ve yeri ASİ’den farklıdır. O da özeldir. Bambaşkadır
biraz da bizimkilerin Rumeli’den göçüşlerini anlatması, yine kızlardan, sevimli
bir kız babasından ve yine çekip çeviren, atçı mı ağzını gözünü yuman bir
anneden, köyden, evin ahırdaki ineğinden, eşeğinden, sabahları öten horozundan,
aile bağlarının sıkılığından, insanların iyi günde de kötü günde de
birbirlerinin halinden anlamasından kaynaklı benim için özelliği.
ASİ ASİ'ye'yi çok sevdim. Öykü bizimkilerin öyküsünü anlatan
Elveda Rumeli’nin öyküsünden çok farklı da olsa, görmüş geçirmiş, medeniyet
kokan kenti bambaşka olan ASİ dizisini de ASİ’ye‘yi de buradaki arkadaşlarım
gibi ben de çok sevdim. Nasıl sevgiyse. Ne unutuluyor ne eksiliyor. Her gün
aynı tazelikte. Her hatırlanışta kumaşından, mimarisine hayranlık hissiyle
anılıyor.
ASİ, bütünüyle “benim dizim işte bu" dedirtecek diziydi.
Her şeyi bulduğumuz, her saniyesinde beklediğimizi seyrettiğimiz. Mimarisi,
tabiatı, has deriden çapraz takılan çantaları, gönden çizmeleri ile modanın
eskitemeyeceği modaydı. Sahil boyunca at
binmeler, en lüks arabalarda gezenlerin yakalayamayacağı hazdaydı. Yağmur altında at sırtında dans edercesine süzülmeler o an o atın
sırtında olmayı isteten cinstendi. Bir çiftlik ki nasıl bir mimaride, öyle bir çiftlik
ki kaç ailenin barındığı bir yuva. Tarım, buğday sarısı, organiğinden domates
ziraati, traktör; daha İstanbul görmemiş bir veteriner kız ki dedesi ağa, babası
çiftlik sahibi; dağ yeli, ağaç gölgesi, ekin sarısı; vitrinlerde satılmaz, elde
dikilir çiçekli basmadan, pazenden giysilerle renklenmiş bir diziydi ki ne
benzeri yapılmıştı ne de yapılacak gibi.
Bizim bir araya gelmemizi sağlayacak, Ülkemiz'in kuzeyinden,
güneyinden, batısından, doğusundan, deniz aşırı memleketlerden bizleri mıknatıs
olup çekecek tek çekim gücüydü. Bir misyonu da buydu sanki ne evvelce bir emsali yapılmış ne şimdilerde
bir benzeri olan ne de eşi yapılacak gibi olmayan dizinin. Mimarinin en hasıyla,
giysinin derinin hasıyla, tabiatın koyusuyla, aşkın katıksızıyla gözlerimizi;
müziğin hasıyla kulaklarımızı eğlerken, şenlendirirken henüz birbiriyle
karşılaşmamış, rafine çalışmalardan, tablolardan hoşlanan bunca insanı
buluşturan, buluşma noktasına yönlendiren bir yol işaretiydi ASİ. Bunca insana
yol gösteren yön levhasının okuydu. O oku hep takip ettik. Yolumuz buraya
çıktı. Şimdi bu sokaktayız. Sakinleri, sayfamıza pencere açar.
Nefes aldığım, yalnızsam eğer birden kendimi kalabalıkta ve
mutlak birkaç merhabanın ta nerelerden söylenip hemen yanıbaşımda duyulduğu
yerdeyimdir bu sokağa açılan pencereye tıkladığımda. Yine öyle oldu. Biraz da
tatilin yoğunluğundan, burada her an “hoş geldin”e gelen sevgili komşularımızın
bitmesini istemeyeceğim sohbetlerine dalmaktan belki uğrayamamıştım uzunca
zamandır sayfalarımıza. Ama aklımın bir köşesinde bile değil, kendi köşesinde
kurum kurum oturuyor her daim buralar. Ve o selamları görmek için gözlerim
kamaştıkça kamaşıyor. İşte sabahın bu saatinde selamlarınıza selam vermek,
merhabalarınızla sanki yanınızdaymışçasına mutlu olmak için pencereyi de açtım,
kapıyı da. Bir de ne göreyim. Naile, serapSu, minikkulak buradalar. Ve e.min.
Bize en güzel resimleri sunarak, o çok güzel yorumlarını okutarak yanıbaşımda.
Şimdi Çeşme rüzgarının ağaç dallarından süzülüp gelen fısıltısında ta
nerelerden taşınan selamların, merhabaların müziğini dinliyorum. minikkulak’a
bu kadar yakın olmanın da sevincindeyim.
Böylesine güzel, rafine
çalışmalarla mutlu olacak, bu güzellikleri konuşmak isteyip de konuşacak kadar yakın olmasalar da yazılarıyla yakın olabilecek,
birbirinden böyle uzakta, upuzakta; ama
mesafelerin uzunluğuyla ırak olmayı önemsemeyip ortak paydaların yakınlığıyla
yakınlaşan insanların biraraya gelmesini dilerse kader belki bir gün tekrar,
işte o zaman yeni bir ASİ ve yeni bir ASİ’ye doğum gününü beklemektedir mutlak.
Acemi Demirci, 31.07.2013,
10:30
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder