Çocukluğumun masal kitaplarının kızıydı
güneşin altında kuzu güden çiftçi kızlar. Geceleri yatmadan önce öykülerini
dinlerdim onların. Masal kitaplarında YAŞARLARDI. Köyleri masal kitaplarıydı.
Daha o zamandan meraklıydım masala,
öyküye. İçinde çiftlik olan, at olan, çiftçi olan, çiftçinin kızı olan çiftçi
kızlı öykülere.
Çocukluk öykü kitaplarım arasında Çizmeli
Kedi de vardı. Çizmeler sihirliydi yanılmıyorsam. O öyküyle çok ilgilenmedim.
Ama yetişkinlikte duyduğum bir masaldaki Lastik Çizmeli Kız ASİ’ye’nin öyküsünü
hala dinliyorum. ASİ’ye’nin çizmeleri lastik. Lastik çizmeler tarlalarda
giyilir. Sihirli filan da değil. Çamurlu olurlar hem.
Çocukluğumun unutulmayan arkadaşıydı
çiftlikteki kız. O zaman adı belki Ayşegül idi belki Ayşe. Şimdi ASİ’ye.
ASİ’ye, çiçek kokan yollarda keçileriyle,
koyunlarıyla, kuzularıyla gezer. Tozlu yolların uzun yürüyüşçüsü. Yine geride
dağlar var ASİ’ye’nin öykülerinde. Mor, dumanlı, sarp. Bazen hayatın yolları
gibi sarp dağlar. O dağlar, eller kanatılarak, dizler çizilerek, taşlar
avuçları yara kanata çıkılıyor. Sevda da , huzur da, gönenç de o dağ başlarında
çünkü.
Saçları dalda dalga ASİ’ye’nin. Maşalı.
Yemenili de hem. Kenarı oyalısından. Gözleri yosunlu. Bakışları yosun tutmuş.
Çünkü ASİ’ye, ASİ’nin yanıbaşında doğmuş. ASİ’ye, Asi Nehri’nin kıza dönüşmüş
hali.
Tek bir arkadaşı bile yok ASİ’ye’nin.
Kızkardeşlerinden başka. Bir de traktöründen. Ve yağız atından başka. Tarlasından,
yabasından, bıçkısından başka. Başakların arasında dolaşırken yalnız değildir
o. Dağ esintisinde salınan başakların arasında; eğilen, oynaşan kır
çiçeklerinin içinde mutludur o. Kendidir.
O, Hatay sahillerinde, ovalarında,
tarlalarında gezer. O, ışıklarla şatafata bulanmış, vitrinlerinde en pahalı
etiketlerin olduğu sokaklarda gezmez. Bilmez de zaten öyle şıkır şıkır
sokakları. Gittiği de yoktur hiç pahalı dükkanlarla dolu caddelere, sokaklara.
Bir Hatay’ı bilir bir de Adana’yı. Tam bir taşralıdır bir veterinerken gittiği
İstanbul’da.
O tarım ilaçlarının satıldığı sokakları
iyi bilir. Kuzuları doğurtmayı, salgında koyunlara ilaç vermeyi iyi bilir.
Salgın malgın dinlemez, ağılda geceler. Yorgun düşer; tüm gece boyunca tek tek
koyunlarla ilgilenmekten. Saman balyalarının üzerine düşer başı sabaha
karşı.Uyuyakalır.
Saman çöpü, buğday sapı yapışır saçlarına,
üstüne başına. En değerli payetleri, süsleme taşlarıdır o saman çöpleri ASİ’ye
için. Üzerinde onlarla gezmeye doyamaz.
ASİ’ye’nin de gönlü var. Gizli saklı
tuttuğu bir gönül. O gönül de düştü bir gün yanından yel gibi geçen arabadaki
yabancıya. Aslında o yabancı hiç de yabancı değil ya.
ASİ’ye de oğlan da gördüler birbirlerini
tozlu yolda, toza bulana bulana. Kimdir bir diğeri bilmeden. İlk bildikleri
sevda oldu. Eski defterlere yazılmış kinler, acılar, güdülen düşmanlıklar
olmadı. Olmadığı da iyi oldu.
Yan çiftliğin oğluna tutuldu ASİ’ye. İlkin
sevdayla merhabalaştılar. Sevda ilacıyla otadılar tüm yaraları. Acıları, sevda
ile sıvadılar. Hepsi altta kaldı. Asi Nehri’nin suyuna döktüler geçmişten kalan
tüm kırıntıları.
Nehir yıkadı, yuğdu ne var ne yoksa. Biri
asi ruhlu. Biri demir kıvamlı. İkisi bir arada ASİ’ye ve Demir. Demir eğilmez,
asiler bükülmez. O mor dağların eteklerinde, komşu iki çiftlikte, tarlalarda,
çatlamış toprakta, kimileyin ASİ’ye’yi yutmak üzere olan ASİ sularında, şehir
kulübünde, Çarşıda, ziraat aletleri satan dükkanlarda gördüler birbirlerini.
Asi ruh duruldu, demir büküldü. Sevda
ikisini de yendi. Zaten kini, öfkeyi, düşmanlığı çoktan yenmişti Titus
Tüneli’nden haykıran sevdanın gücü.
Acemi Demirci, 8.02.2012
1 yorum:
Harika bir yazı, Asi özlemim çoğalmışken bu yazı beni çok duygulandırdı..
Yorum Gönder