25 Aralık 2012 Salı

Griler, yeşile döndü Asi ile.


Çocukluktan bu yana elimizle çamurdan fırınlar yapmayalı çok olmuştu. Ayaklarımız toprağa basmayalı seneler geçmişti.

Meyveyi tezgahtan seçer olmuştuk. Domatesler eskisi gibi kokmuyordu. Dalından düşen elmanın yüzüne bakılmadığı, meyvenin ağaca çıkarak toplandığı günler çok gerilerde kalmıştı.

Balın hilelisine, pul biberin kiremit tozlusuna alışmıştık. Evin blok olanında sürüyordu  hayat. Tıkılmış kalmıştık metrekaresi büyüklü küçüklü yerlere. Perdeler ardında bir hayat sürmeye başlamıştık. Tek eğlence belki televizyondu, bahçede yeni açan bir gonca yerine.

Çiçeği marketlerden alır olmuştuk. Paketlenmiş halde. Sümbül vaktini beklerdik. Kırların soğanlarını küçük filelerde ya da dikildikleri ufacık saksılarda kapışırcasına alırdık taze çiçek keyfi için.  Daha Mart ayında taze bahar kokusu kaplasın evlerimizi diye.

Pencereye konan güvercinden, serçeden, başka kuş bilmez olmuştuk uzunca senelerdir. Bir başıboş sokak hayvanlarını görürdük kedi, köpek gibi olsa olsa hayvan olarak. Ne koyun görürdük ne kuzu. Ne sincap ne kaplumbağa ne tilki. Çizgi filmlerin konusu olmuştu kazdı, ördekti.

Açık havada seyredemedik hiç şimşeğin çakışını. Bulutların gezişini görmek şöyle dursun gökyüzü bile görünmez olmuştuk birbirine bitişik apartmanların çatıları izin vermedikçe.

Evden çıkınca, kapı dışında bambaşka kokular solurken kır, tarla, dağ bayır sadece çocuk kitaplarında kalan resim konuları olmuştu.Yağmur sonrası toprak kokusu, kır çiçekleri kokusu, bahçede yeni açan leylak kokusu ne güzel anılar olmuştu bugünlerde. Egzoz kokusuna hiç benzemez leylağın kokusu, yeni açan bahar dallarının buruk acımsı ıtırı.

Güneşin doğuşunu da fotoğraflardan bilir olduk, batışını da. Tek bildiğimiz sabah iş için evden çıkmak, akşam dönmek, masayı kurarken de bir yandan televizyona kulak vermekti. Televizyonda her şey vardı, bloklarımızın dışında kalan. Gündoğumu, gün batımı, balık sürüleri, başı bulutlu dağlar, alabildiğine çiçekli çayırlar.

Bu tekdüze, gri mi gri, havasız, soluksuz, bulutsuz, çiçek değil egzoz kokan, yelin değil de hız yapan arabaların rüzgar sesinin vınladığı bu betonlar içi yaşamımıza  bir ASİ girdi. Yeşile boyadı gri dünyamızı. Çiftliğiyle, çiçeğiyle, çubuğuyla, çitiyle, çiftiyle, çimiyle, çiğiyle.

Acemi Demirci, 25.12.2012

2 Aralık 2012 Pazar

Bu ne saklı gizli bir his

Bu ne saklı gizli bir his. Bu ne görünürken görünmez bir sevgi hem de saygı. Bu ne içten içe, belki attan alta anlaşma iki yürek arasında.


Birinin dizisi başlarken diğeri kenara çekiliyor. Bu ne suskun destek. Bu ne suskun yol veriş.

ASİ’ye ve Demir birdi. Ruhta, elelelikte. Tuba Büyüküstün ve Murat Yıldırım iki ayrı kişi olsa da ruh verdikleri kahramanlar ASİ’ye ve Demir, her yerde sessiz, suskun halde bir, beraber, aynı oldular. Başta bu sayfada, tutuşan elleri bir daha ayrılmadı bir daha. Ruhları hep içeçe kaldı.

Ruh verenler başka yollarda yürüyüp, başka elleri tutsalar bile Tuba’nın ruh verdiği ASİ’ye ve Murat’ın ruh verdiği Demir hep eleleydi. Bu yolda ürüyorlar hala.  Yazılarımızla, dimağımızdaki hayalleriyle, oluşturdukları efsane ile.
Gerçek dünyanın Tubası gerçek dünyasında Asyalar’ını kucakladı. Gerçek dünyanın Murat’ı kaç kez aşık oldu başka dizilerde. Ne kabul gördü bu aşklar ne de yadırgandı. Sonuçta bunlar olacaktı; oldu.

Gerçek dünya da bazen gerçekdışı olanları, kendi gerçeği beller. Suskun şekilde biten Suskunlar, 20 dakikada bitiverdi, 20 dakika adıyla ekrana gelecek bir dizi gelirken. Sanki kenara çekildi de yol verir gibi bir sevdiğe. Demir’in pamuk yüreği, ASİ’ye’yi köşesinden izlemek üzere yüreği kuş gibi çırparak yoldan çekildi.  Ona verdi. Hani ilk karşılaştıklarında koyun sürüsü güden ASİ’ye’yi de koyunları da ürkütmüştü ya tozlu dumanlı yolda; sanki onun özrünü diler gibi çekildi kenara Demir. Hiç ASİ’ye oralardayken Demir suskun kalabilir miydi yolu işgal e?

Acemi Demirci, 02.12.2012