28 Kasım 2012 Çarşamba

Güney kokuları arasında


Uzaklardan bir koku duyduk. Yosunlu su kokusu. Tarla tapan kokusu.

Güneşin güneyi ısıttığı yerlerden sıcacık sesler duyduk. Genç kız sesleri, çığırtkan bir annenin sesi, ağır kamil bir babanın şefkatli seslenişleri. Delişmen bir Aslan yüreklinin depreşmeleri, eski kaçakçı bir ağa dedenin kıs kıs gülüşlerini duyduk.

Her bir sesi sevdik her bir kokuyu içimize çekerken. Her birinin bakışından anladık diyeceklerini; her birinin adım sesinden okuduk kararlılığını.

Yağmur yağdı  o günlerde, o sesleri dinlerken, o kokuları solurken.  Bir nehrin üstüne nota nota döküldü. Davetkar notaların sesini duyduk. İçe işledi o müzik. Bakış olsa deldi geçti derdik.

Yağmur dinmedi. Ne güneşli gün dinledi ne kapalı gün. Her yere yağdı. Ters akan bir nehre de.
Nehir bu taşmaz mı hiç yağmur yağar da. Hangi nehir olsa taşar. Sel olur sular, coşar giderek.

ASİ de sel oldu. Biz de sele kapıldık. Aktık. Akıyoruz dinmemecesine.

Acemi Demirci, 09.11.2012

17 Kasım 2012 Cumartesi

Sırtlandık bir ASİ öyküyü


Hatay sırtlarında bir çiftlik; Kozcuoğlu derler,
Sırt sırta bir baba kız çiftlikte; ASİ’ye ve İhsan Bey derler.
 Birbirine sırtını dönmüş iki sevdalı; ASİ ve Demir koyulmuş adları.
Sırtını ağa babasın dayamış bir kadın; Neriman Hanım olmuş Kozcuoğlu çiftliğinde,
Sırtı yere gelmez bir ağababa; kaçakçılık bile yapmış vaktinde,
Sırtında onca yük taşıyan bir çiftlik sahibi damat; topraklar üç yüz yıldır ailesince sürülüp, ekilmekte,
Sırtından vurulmuş bir yan çiftlik sahibesi; derdi içinde, mağrur bir teyze,
Sırtını kimselere dönemeyen bir Demir bakış; köprüler anasını çalmış, köprülerden karşılara hep zor geçmiş,
Sırtını toprağa yaslayıp uyuyan bir yosun gözlü çiftçi kız; elleri toprağa değmezse mutsuz,
Bir oğlanı sırtında taşımış evlat bilip de; bir Fatma Ana ki herkese anaç,
Sırtındaki yükten hiç yakınmayan bir çiftlik sahibi; ki çiftliğini kaybetti kaybedecek,
Sırtı pek bir Defne dalı; kırılgan, iğreti bakışlı,
Hep sırtına binilmiş bir genç; evin oğlu aslında kimseler bilmese de,
Sırtından vurulmuş bir öykü; ASİ sularda yutulmuş,
Bir ASİ öykü ki, yıllardır sırtlanılmış gider bu sayfalarda; ne sırt yorulur ne öykü biter.

Acemi Demirci, 17.11.2012,18:30

10 Kasım 2012 Cumartesi

AS'tı. ASIL'dı. ASİL'di.ASLİ idi. Çünkü ASİ'ydi.


AS'tı. ASIL'dı. ASİL'di.ASLİ idi.
Çünkü ASİ'ydi.

Ekim ayıydı. Sene 2007. Herhangi bir günün, her hangi bir akşamıydı. Bir ses duyduk. Önceki Hiçbir sese benzemeyen bir ses. İnliyor desem değil, çağlıyor desem değil. Seranad değil, sonat değil. Olsa olsa bir ASİ türkü.

Pat diye evimize dalan, ta güneylerden kopup gelmiş yeşillikler içinde, rüzgarlı, tarlalı, güzel mi güzel genç bir kızlı o büyülü görüntüleri karşısında mıhlandık.

Yağmur tanesiydi o ilk ses, o ilk görüntüler; her bir gönüle çiğ olarak düştü. Bağ eteklerindeki ovalardan bin bir bereketli tohumdu. Düştüğü yer yeşerdi. Bir de kök saldı ki. Sessizce, bağırıp çağırmadan. Hatta görmezden bile gelinerek çok kimsece.

Sadece bittiği toprakların fidesi olmadı. Her kıtada, her kültürde aynı şeklide sevildi. Sevildi; çünkü sevgiye methiyeydi kendisi.

Bazen öyle olur ki iki kardeş bile hemfikir olamaz bir konuda. Ama bu konuda herkes hemfikir oldu. Onu sevmede. Onu izlemede. Belki herkes başka başka nedenlerle sevdi ASİ'yi; ama bu, şu denekti. ASİ, herkese o herkesin kendi diliyle seslendi. Sevgi isteyene sevgi diliyle, toprak isteyene toprak diliyle.

Benim dilim ziraat lehçesindendi. Çiftlik, tarla tapan, ekin dilindendi. Katıksız, erdemli sevgi, mimari, alabildiğine kültür, tarım, bitki, aile bağları, kadına en yakışanından çiçeklisinden tiril tiril kumaşlardan giysiler, gönden çapraz takılan çantalar, taş çiftliğin çiftlik dekorunun sıcaklığı, horoz ötüşü, ördeklerin paytak gezişiydi. Bana seslenen dil. Nehir olmasıydı bir şehirde. Kenarında yürünen. Üstünde taş köprüler olan. Betondan bıkmış, mimari incelik haretiyle dolu gözlerime hitap eden dildi bu. İşçilikli, özenli yaşanılası yerlerin resim gibi güzel görüntüleri. Şiir gibi güzel çiftlik. En hasından bahçeler. Ailenin bağı. Sevginin erdemlisi. Üçüncü kişi sokulmamışı..

Gizli köşelerin hala bulunabilmesiydi ASİ'nin bin bir sihrinden biri. Ağaç altlarında oturabilmekti.

O aile bağlarının Hiçbir densiz kılıcın kördüğüm bir sıkılıkla düğümlenip, kimselerce çözülemeyecek denli güçlü kenetlenmiş olmasıydı.

O sadeliğin içindeki alabildiğine görkemdi bizi mıhlayan efsunlardan biri. Tozlu yollu çiftlikteki ihtişam, lastik çizmedeki çamurlu şıklık, rüzgarda uçuşan maşalı saçlar, Hatay ipekçilerinden alınmış, yarım saat kaynatılmış koza ipliğinden şallar, çiftlik evinin taş duvar üzerinde sonradan olma Aslan yürekli kardeş de dahil, Kozcuoğlu kardeşlerin dertleşmesini sevdik.

ASİ'nin sularında gezindik. Kayığımız bir diziydi. Adı da ASİ.

ASİ yosunu gözlerin, yosun yeşilinde sevgi görmeyi sevdik. O yosunlara saklanmış balık gibi yüzen sevdayı sevdik. O çiftçi ruhlu gözlerdeki gizli sevdanın çakmak çakmak ASİ pırıltısında el çırptık sevinçten. Yakamozumuz oldu geceleri o ışıltılar. O pırıltının demiri eritip, ASİ Nehri gibi akar, erimiş maden yapmasıyla coştuk

Demir'e, ASİ suyu karıştı. DEMİR, çelikten bir aşk oldu.

Bu çelik gibi sağlam aşk, maya oldu tuttu yüreklerimizde. Bizim de aşkımız oldu bir çeşit.
Bir diziydi ASİ. Yazılmış, oynanmış, çekilmiş. Gel de bunu bize anlat. Ne dizisi. O, bizim gerçeğimizdi. Üstüne sevgi olmayan sevgi. Üstüne yaşanacak yer olmayan çiftlik hayatı. Üstüne gezi yeri olmayan çamurlu tarlalar. O yüzden bu dizi dizi yazılar.
Acemi Demirci, 09.11.2012



3 Kasım 2012 Cumartesi

Asiyeler... Yazmalısından.


Ankara kokan selamlarımla,
Bir Asiye daha var bugünlerde. Bu Asiye, al yazmalı Asiye. Kozcuoğulları'nın  Asiye de yazmalanırdı ara ara ama al yazmalı değildi o.

Önce o güzelim Zeytinbağını bu yıl hiç göremediğimden de olacak görmek için diziye baktım. Güzel de geldi dizi. Yani tutkunu olacak kadar değil ama çekim yapılan yerleir zaten çok severim ve fırsat bulunca da gideriz. Bursa civarı. *naile*'nin oralar.

Bu Asiye'yi sevdim. Ama biraz farklı bir nedenden dolayı. Çünkü doğal bir kız. Gerçek bir insana benziyor. Alnında yarası bile var. Makyajı abartısız. Yüzü, herşeyiyle  kendinin. Aynı burun, aynı kaş, aynı dudakları görmedim bu genç oyuncuda. Doğallığı sevdiğim için bu görüntüyü de sevdim. Ve tabi en çok adını sevdim. Bizim ASİ'ye'den sonra Asiye adının iğreti durmadığı bir oyuncu gördüğüme sevindim. Zaten Al Yazmalım'ın yazarı Cengiz Aytmatov çok seneler önce bu ismi kullanmıştı. Asi'yeler'in özelliğini vurgulamıştı.
Acemi Demirci, 27.09.2011

Bir dizi izledim...


Hep yazıyorum;
“Bir dizi izledim hayatımda bir dizi değişiklik oldu” diye.
Bir diziye müptela oldum ilkin.
Yetmedi, o dizi hakkında tüyo bile aradım.
Yetmedi, bir sitede yazdım. Sonra bir başkasında
Buralara kadar sürdü yolculuk o günden bu güne.
Ama görüyorum ki ASİ’nin notaları kulaklara gelip, Hatay’ın ovaları, dağları, mısır tarlaları, dar sokakları, konakları ve ille de çiftlikleri gözlerden ruha dolduktan sonra ASİ bitmez bir yolculukmuş. Bu, ASİ’nin kaderiymiş. Tabii asiseverlerin de.

Ve o yolculuğu yapan tek biz değilmişiz meğer.
ASİ’ye de o yolda yolcuymuş. Bugün öğrendim.

Lastik çizmeli ASİ’ye,  ASİ’ye döndü; Hatay’a döndü; Hatay’da sevdalanan kıza büründü.

ASİ ‘ye gelin oluyormuş.
ASİ’den biriyle, Hatay havasını o muhteşem çiftlikte birlikte soludukları biriyle. Bir Ankaralı’yla.
Hatay’da Ziya olan Ankaralı Onur ile İstanbul’da evleneceklerini duyurmuş ASİ’ye…
Pamuk yüreğinde demir sevda taşıyan biriyle.
ASİ’ye, Demir’ini bulmuş.
Su katılmamış çelikten bir aşka yol tutmuş.
Evliliğe baş koymuş.

Anneliğe gelir belki sıra.
Asyalar doğar belki İstanbul’un Avrupa yakasında.
ASİ renkli gözleri olur bakarsınız.
ASİ kesilir kör kavgalara, kara duygulara.
ASİ kesilir nefretlere,  kinlere.
Yeşeriverir bir küçük kız İstanbul’da, Hatay ‘a dayanan temeller üzerinde.

Hatay’ın ovaları bereketli.
Pamuk üretir, maydanoz üretir, narenciye üretir, ekin üretir.
Hatay’ın toprakları bereketli.
Sevda tohumlarını saklar sabırla.
Rüzgarla taşır, yağmurla taşır tohumları Hatay’dan ta uzaklara.

Bir de bakarsınız bir sabah İstanbul’da boy verivermiş  o tohumlar.
Asi Nehri’nden, Boğaz’a yüzüp gelmişler; bir beklenmedik sevda olarak açıvermişler ASİ’den üç yıl sonra.
Hayırlı haberlerle.
Acemi Demirci, 11.07.2011

Asi mayası çalmak-2


Asi mayası çalmak-2

O çiftlik evinde çiftçilikleri, okumuşluklarının önüne geçmiş bir baba kız vardı. Kırılgan duruşlu, kırık gülüşlü bir kız kardeş vardı. Kanmış, kandırılmış bir ortanca kız kardeş daha. Bir de tekme kazıntısı, tam evin küçüğü olmanın hakkını veren en küçük kız kardeş vardı. Eklinde gitarıyla.

Ve elbette tertemiz bir sevda. Öznesi sadece iki kişilik. Demirden, çelikten. Ama bazen de camdan. Cam dedikse kırılmaz; ama kırılacakmış gibi görünür.

Doğanın en görkemlisi, mimarinin hangisine bakılacağı şaşırtanı, kültürün çeşit çeşidi, yemeğin otlusu, etlisi, sıcağı, soğuğu; ama ille de Hatay mutfağı olanı oradaydı.

Tiril tiril giysiler, moda dergisindekilere hiç benzemiyordu. Basmadan, pazenden ketenden. Çiçekli hem de. Uçuşuveren. Bir çiftlik kızı, moda dergisindekiler gibi giyinmez.  Saçlara maşanın nasıl da yakıştığını gördük her defasında. Gön çantanın çapraz takılanını.

Mobilyanın masifi, lde oymalısıydı oradakiler.  Eskisi. O kadar eskisi ki kim bilir kaç kez cilalanmış bir marangoz atölyesinde. Kaç kez tamir görmüş kırılan kapağı, kilidi, kolçağı. Yaşanmışlık sinmiş üstlerine. Şimdiki kuşak, onların üstüne otururken “Bu topraklar 300 yıldır bizim” derken, babalarının, dedelerinin oturduğu koltukta oturarak diyordu belki de bunu. Bu bence hayatın en büyük lüksü. Bunu diyebilecek kaç kişi var ki? Onlar diyenlerdendi.

Babalarının,  dedelerinin ektiği, biçtiği, doyduğu, suladığı topraklarda aynı eller değilse bile aynı aileden eller hasat yapıyordu. Bazen hasat için yağmur duaları da yapılıyordu. Bir çiftlik ve çiftçilik temalı dizide yağmur duası olmazsa olmaz. Hayatta yağmur duası hep oluyorsa, dizide olmazsa hayatın bir yönü eksik kalır.
Sabun şenlikleri de eksik kalmamıştı dizimizde. Orada bu şenlikler yapılıyorsa dizide de olacaktı. Oldu da zaten Hatay hayatının içinde hep olduğu gibi.
Maya buydu işte. Doğallık, kültür, aile bağları, tiril tiril giysiler ki çiçekli basmadan. Lastik çizmeler.

O maya öyle bir tutmuş ki seyirci gölünde, öyle böyle değil. Değil göl, denizler, okyanuslar aşıp mayalamış kimleri kimleri. Birbirini hiç tanımayan, bir havaalanında, tren garında, otobüs terminalinde bile karşılaşma ihtimalleri olamayan insanları. Hepsinin adları ayrı, işleri ayrı, zevkleri ayrı insanları. O ayrılıklar bir kısacık kelimede mayalanmış. ASİ. Önce bir ters akan nehir sonra bir göl sonra bir derya olmuş Asi mayası çalınmış her yer.”
Acemi Demirci, 11.06.2012

İsyankar anlamlı sözcük Asi mi? O artık “bitmez bağlılık” anlamlı bir kelime oldu


İsyankar anlamlı sözcük Asi mi? O artık “bitmez bağlılık” anlamlı bir kelime oldu
Bir dizi izleyene kadar bizim için sadece bir sözcüktü “asi” Ne daha fazlası ne daha azı. Lamı cimi yoktu. Korsanları çağrıştıran bir sözcüktü asi. O kadar. Ötesi yoktu.
Başkaldıranlar bu sözcükle tanımlanırdı. Kafa tutan, isyan çıkaranlardı asiler.

Asi denildiğinde hoşlanmazdık bile. Gerçi yeni yetmelikte bize de denmiş olabilir, biz de asi olarak nitelenmiş olabiliriz on yedimizde. Ama o yeniyetmeliğin olağan akışındandı. Sonra kavak yelleri durulur, ayaklar yere basardı.

Sözlüğün ilk sayfalarında “A” harfi ile başlayan sözcükler sıralamasında sonlarda yer alan bir sözcük olan asi, nasıl da zarif bir anlama büründü sonraları.
Romanlarda ya da şiirlerde rastlardık daha çok bu sözcüğe.
Günlük hayatımızda az kullandığımız hatta günlerce hiç ağzımıza dahi almadığımız bir sözcüktü belki de.

Ne zaman mısır koçanları arasında gezen, Asi nehrinin yosunlarına özenmiş mısır koçanlarının yeşilinden; toprakta, yaprakta, dalda, koçanda gezinen bir çift çiftçi ruhlu gözle karşılaştık o zaman bir ASİ masalına yol almaya başladık. Sadece mısır tarlalarında, maydanoz tarlalarında, ekinlerde, ovalarda değildi yolumuz. Hatay’ın uzandığı, Asi Nehri’nin döküldüğü Akdeniz sahilleri bizim için Asi bir yol oldu. Ama ne yol. Yol bitse de biz hala yürüyoruz. Ne güneş; ne yağmur; ne dolu; ne fırtına. Seve seve yürüyoruz aldırmadan.

Pamuk yetişir güneyin bereketli topraklarında. Biz pamuk yürekli demirler görür olduk güneşin kavurduğu, çatlattığı bazen suya hasret tarlalarda, bahçelerde.
Mısır tarlalarının nazlı nazlı uçuşan sarı püsküllerinden bir müzik doldu evimize bir akşam, hiç beklemediğimiz bir anda, hiç ummadığımız tesirde, sihirli bir flütten gelircesine. O an kulak kabarttık o müziğin anlattıklarına.

Kulak kabarttık önce;  sonra göz kulak kesildik.
Göz kulak kesildik derken ardından müptela kesildik bir diziye.
Asi, bizim için sözlüğün ilk harfinin yer aldığı bölümün sonlarındaki üç harfli bir sözcük olmayı terk etti, çaldığı maya tuttu. ASİ bir korsan kesildi Asi; bizi esir aldı gemilerimizde, Cuma günleri saat 20:00’den başlayarak. Ve Cuma günleri saat 22:00’den itibaren öbür Cuma’nın saat 20:00’sini bekleterek. Hiç böyle sevilen bir asi, bir korsan olmamıştır daha evvel hiçbir denizde eminim. O korsan Akdeniz’den çıktı. Şimdi Monakolar’da geziyor ara sıra.

Asi bizim için ASİ’ye’nin kısaltması oldu. Güzelliklerin kısaltması oldu. Saf sevginin, naif bakışların, bozulmamışlıkların kısaltması oldu.

ASİ’ye,  ASİ idi ve ASİ bize masaldan öte bir sevgiyi, aile bağlarını, kinin aslında bir sevgi bendine çarpmadıkça ne kadar güçlü çarpınca nasıl da kırılgan olduğunu;  kin zehrinin panzehirinin sevgi olduğunu kulaklarımıza duyurdu, gözlerimizin önüne serdi.

ASİ bizim için tutku oldu. Asi’nin sözlük anlamı ne olursa olsun, sözlüklerde nasıl tanımlanırsa tanımlansın tek anlamlı bir sözcük oldu: Bitmez bağlılık.
Tutkulu sevdaya tutkuydu bağımız.
Tabiata tutkuydu hem de nasıl.

Mimarinin taşlarda konuşanına tutkuydu. Mimarinin hasına tutkulu gözlerimiz bayram yaptı taş konakların her köşesinde gezinirken.
Kıyafetlerin en kadına yakışanının, en çiçekli, allı güllüsüne; rengin çiçeklerde bayılmışıyla desenlenmiş basmalara, pazenlere biçileninin; kloş eteklerin kalın kemerlerle süslenmişinin; tiril tiril uçuşanının adı oldu.

Kır tarzına nasıl da hasret kaldığımız, şehir hayatında buluta, kaya başında yeşillenmiş yosuna, uçuşan her çeşit kuşa ,  ağaç gölgesine aslında nasıl da içten içe özlem çektiğimizin aynası oldu.

Egzozlu çok şeritli yollarda, trafik sıkışıklığında bunalmışlar olarak yağız atla gölgeli yolda, palmiyeler altında ya da Samandağı sahilinde bir gezintinin güzelliğini, yalınlığını duyumsatan oldu. Sadece bir diziydi Asi; ama tüm bu kavramları sadeliğiyle duyumsatandı da.

Aynı anda sevgisinden, nefretinden, kininden, intikamına kadar pek çok hissin gezindiği dumanlı başların, bir gizli köşedeki ağaç altında, saçları savuran rüzgara karşı oturarak dinlenmesi oldu bazen. Dert ortağı bir küçük oğlanla.
Dumanlı başlar, dumanlı dağlara kafa tuttu efkarda. Duman, iki seven ama sevgilerini kendilerine, birbirlerine, çevrelerine söyleyemeyecek koşullarla kuşatılmış sevdalıların gözlerindeki pus oldu. Bazen aktı o pus göz pınarlarından;  bazen ters baktı gizlilerde ağlatmak üzere.

ASİ, 71. haftasında bizim için bittiğinde yeniden başladı.
Hani anka kuşu gibi. Külünden doğan efsane kuştur ya anka; ,simurg da denir ona. Anka, Kaf Dağı’nın ardından kalktı geldi; yanıbaşımıza konu. Yeni bir ad daha edinmiş olarak. ASİ adıyla.

71.haftasında yandı masal kuşumuz. ASİ adlı anlamız.
Hala onun güzel tüylerini; mısır koçanlarıyla dolu tarlalardan ılık ve sakin rüzgar gibi süzülerek gelen notalarını; uçuşunu;  sahile, tarlaya, saklı köşelere konuşunu; yanışını yazıyoruz, yaşıyoruz. Küllerinden mürekkep yaptık. O mürekkeple yazarak her seferinde, her yazıda yeniden yaşatıyoruz.

ASİ anka oldu, yandı.  Biz de bitmelere karşı asi. Küllerinden böyle doğuyor işte yeniden, yeni baştan ASİ.
Acemi Demirci, 05.07.2011

Asi Nehri'nin özlemi


Asi Nehri,  şimdilerde en asi nehir. Sadece adından değil asiliği, çektiği özlemden. Çok değil birkaç yıl öncesine özlemi. Suyuna değen ayaklara, kenarında oturan kıza, üzerindeki köprüde buluşan sevdalılara.

Sularında can aldığı bir kadının oğlunun, sularından kurtardığı bir çitçi kızla aşkına Asi’nin özlemi. Bir masala. Ters akmayan bir masala. En sarp tepelerden, dikenli düzlüklerden, dik dağlardan akarak ulaşılan masal denizine hasreti. O masalın akıntısı zamanın ta kendisi. Zaman durdukça duracak, çağlayacak bir akıntıya.

Asi taştı. Sanki bir yerlere ulaşmak ister gibi çıktı yatağının dışına. Havaalanına aktı suları, oraları yalayıp geçti. Suyuyla doldurdu koca meydanı. Sanki bildik ayak izlerini arar gibi. O ayak izlerinin aynından Kozcuoğlu çiftliğinde, tarlalarda, ağıllarda, kırlarda da var. Bir de at nallarıyla birlikte Samandağı sahillerinde. Hatay’ın her köşesinde.

Asi Nehri’nin suları, İstanbul’a giden uçakların konduğu havaalanını yaladı. Kendi gidemez İstanbul’a; ama suyuyla ıslanan uçak tekerleklerinde gider belki oralar diye.

Asi özlemle taşıyor. Biz ne yapalım koca nehir özlemle böyle dolar taşarsa. Acaba o taşkında komşu çiftliklerde oturan sevdalıların akıttıkları gözyaşlarının da payı var mı ki?
Acemi Demirci, 31.01.2012

Asi Nehri'nin Yosunlarından...

Asi Nehri'nin Yosunlarından...
Asi Nehri’nin yosunlarından bir çift göz, lastik çizmeleri olmasa da Manoco’dan bakacak Hatay’a.

Asi onun adı.
Asiye olsa da aslı, Asi Nehri’ne öykünerek;
kısaca Asi.
Ters akan nehir Asi belledik ya dizimizin başındaki yazılardan.
Yine ters aktı işte.
Huyu ya ters akar akmasına ama sonunda düzü de bulur mutlak.
O ters akacak biz de terleyeceğiz o akıntıda, sitemsiz, şikayetsiz.

Ankara’ya bir bulut değdi Antakya’dan çıkagelmiş. sevinçli haberlerle yüklü.
Sonunda Monaco’ya gidiyor bizim Asimiz. Asi Nehri’nin yosunlarına bulanmış bir çift göz belki lastik çizmeleriyle değil ama ruhuyla orada olacak. Hepimizin kalbi de onunla olacak. Asi ruhuyla.
Geç alınan bir karar olsa da, asicanlar ya da asiseverler denilen,  Asi dizisini soluğunu tutarak bir hafta bekleyip her Cuma günü saat sekizde mıhlanmış gibi koltuğuna çöküp reklamları bile dizinin birkaç saniyesini kaçırmamak için geçmeden izlemişlerin, bizierin  yeni bir kazanımı bu. O dizideki çiftlikleri, aşkları, Asi’nin giydiği çiçekli pazenden, kır desenli basmalardan, tiril tiril ketenden el dikimi gömleklerden  oluşan giysileri,  lastik çizmeleri, has deriden çizmeleri, gön çantaları, ille de maşalı saçları belledik biz Asi diye. Sevginin erdemlisine sevdalandık biz de Asi’de. O aşkı n büyüklüğüyle öyle zehirlendik ki baldan tatlı geldi bu bize.

Hatay Ovası’nı, Hatay mimarisini, Hatay yemeklerini, ovalardaki,  şehirdeki, tarlalardaki görsel şöleni, sabun şenliklerini, Hatay yemeklerinden oluşan masadaki şölenleri, koyun sürülerini, efil efil esen terasın saç savuran yelini   içine hapsetmişler olarak, unutmamışlar aslında unutamamışlar olarak onca ısrarın ardından dizimizin çook derinlerden taa derinlere bakan bakışlı Asi oyuncunun Monaco yollarında olacağını öğrenmek, beni ısrarla beklediğim sevince boğarken hiç şaşırtmadı. Daha önce de biz bu diziyi efsane dizi yapmıştık. Kendimize inancım, bir gülümseyişle yayıldı etrafa. Bu gülüşte yanılmamanın gizli gururu da vardı.

Asi dizisi kadar asiseverlere de güvenim ve inancım tam olduğundan Asi’nin hasretinden sararmış sayfalarımızda yeşeren umutları görmekten, tersine akan bir süreçte yeni başlangıçlar  okumaktan hem de nasıl memnunum tıpkı buradaki tüm diğer sevgili arkadaşlarım gibi.  Şaşkınlık içermeyen ama kararlılık içeren bir memnuniyet bu. Ve bunu en iyi asiseverler bilir. Yani biz.

Sadece 71 hafta izlesek de hala 72. haftanın içindeyiz biz, Asi sürecinde.
72. hafta öyle bir süreç ki ne yedi günle ne otuz günle ne de senelerle ifade edilebilecek hacimde.
Hep sürecek bu süreç.

Biz de hep sarı sayfalarımızı yeşerteceğiz Asi sularıyla sulanarak.
Acemi Demirci, 7.06.2011

Asi rolüne çok yakışmıştı Tuba


Asi sayfalarından esen bir rüzgarın selam geçişiyle merhabalar,

Asi sayfalarında da yazmıştım ben Asi dizisini o çiftlik, kır, bozulmamış dostluk ilişkileri, aile bağları erdemli , kirletilmemiş bir sevgi ki kimileyin Asi Nehri gibi tersine akmıştı, için çok sevdim.  Sadece Asi ve Demir’i oynayan oyunculardan oluşmadı bu dizi benim gözümde. Ama o oyuncular kadar da o rollere gidecek kimseleri bulamazlardı zaten.

Ne daha önce öylesini seyrettiğim ne de sonrasında rastlamadığım, içe işleyen, can evinden yakalayan, oyundaki duygunun dizi dışına çıkıp duyumsandığı Asi dizisini tüm oyuncularıyla, sevdim sadece Asi ve Demir için değil.  Coğrafyasıyla, dekoruyla her şeyiyle “Harika” dedim. Hele hele gözlerimiz o muhteşem çiftliklerin, konakların, yüksek duvarlar ardına gizlenmiş Antakya evlerinin  mimari detaylarında gezindikten,   görsel şölenin en olağanüstülüklerini doya doya seyrettikten  sonra bugün burada bitmiş bu dizinin bitmemiş tutkusunu hep taşıyacaklardan biri oldum.

 İnce dökümlü kumaşlardan tiril tiril, çiçekli desenli elbiseler giymiş çiftlik kızları ve kadınlarını seyrederken,  pantolona bürünmüş, iş hayatı içinde hatta üniforma bile giyen, üniformayı resmi olarak giymese bile kendimizce bir tür üniformalar uydurduğumuz gerçek hayatlarımıza bize bir kadının aslında öteden beri hep alışılmış ve yakınlarda terk edilmiş giyim tarzını hatırladık. Sadece hatırlamadık aslında böyle giysileri nasıl da severmişiz, nasıl da özlemişiz onları da fark ettik.

 Asi ile aslında yitirdiklerimizi, yitirmekte olduklarımızı da anımsamıştık. Yani diyorum ki doğayı, kibrit kutusu bloklar arasında yaşarken göremediğimiz mimariyi, mimari incelikleri, taş işçiliğini, avlulu evleri, gelenekleri, bağ bahçe  içinde yaşayıp ceviz ağacı altında, huş ağacı altında, akçaağaç altında, ıhlamur altında oturup serinlemeyi;  rüzgar ağaç ardan süzülüp yüzümüzü okşarken biz de ruhları okşayıcı sözlerle sohbet etmeyi artık yaşayamadığımızdan olacak unutmuşuz. İşte bunları unuttuğumuza çok içerledik.

Asi’nin hazır giyime alışmış bizlere, terzide diktirilen, kumaşı giyen tarafından beğenilip seçilen giysileri içindeki kadınlar daha anaç, daha bir başkaydı.  insanı daha insanca ve kendi doğasında gösteriyordu bu bol, dökümlü, efil efil esintide etekleri oynaşan çekçek desenli, yakası su taşlı giysiler. Neredeyse çoğu birbirine benzeyen kumaş ve desenlerden dikilmiş hazır giysiler içinde de elbette bizler  kesinlikle insan gibi duruyoruz ancak insani sıcaklığı o ev dokunuşunu, kadının kadınca doğasını, o kır çiçek, çayır çimen, dağ bayır  görüp, onların içinde dolanmış olmanın; itirafı anlamına gelen çiçekli, dökümlü  giysilerden biraz da moda akımları yüzünden uzağız şimdi.  Şimdi çoklukla geometrik desenler, ekoseler, çizgili desenler seçiliyor giysilerde. Nasıl böylesi seçilmesin ki uzun bloklara, uzayıp giden yollara bakarak yaşarken. Oysa kırda, bayırda, alim düğmeleri, gelincikler, papatyalar, turp tepeleri, kantaron çiçekleri, çiğdemler, yabani zambaklar  arasında gezerken insanlar giysilerinde ara sıra geometrik desenleri seçse de daha çok çiçekli, yapraklı, allı güllü desenler seçecektir.

O nefis taş işçiliğin alabildiğine işlendiği muhteşem ama bir o kadar da sade Kozcuoğlu çiftlik evinin  teras sefaları  unutulabilir mi? Rüzgarın terasın köşelerinde gezerken  terasta alabildiğine uzanan yemyeşil tarlalarını seyreden ev halkını serinletmesine  Hatay güneşi altında terasta içilen çaylar da yardımcı olmuyor muydu? Geceleri çiftlik duvarına oturup dertleşen Aslan da dahil dördü kız beş kardeşin konuşmaları bugünün kardeşsiz tek çocuklarının ütopyası olacak cinstendi.

Yağız atla gezintiler, esintili sahil buluşmaları, rüzgarda eğilen yemyeşil maydanoz tarlaları, Hatay yemekleri, Hatay’ın dar sokakları, eskimiş ama eskidikçe güzelleşmiş taş evleriyle çok sevmiştim Asi’nin yaşandığı mekanları. Hepimiz çok sevmiştik iyi biliyorum. O noktada da buluştuk zaten.

Biz bunları tekrar Asi ile yakaladık. Çok  da sıkı tuttuk tutmasına ama sadece bizim sıkı tutmamız yetmedi.

 Asi’yi oynayan Tuba Büyüküstün’ü de sevdik ama ben en çok Asi’yi, o karakteri sevdim. Elbette Tuba Büyüküstün’ün asice dökülen saçları, kalın kaşlarıyla yüzüne düşen doğallık onu çok kolay benimsememize fırsat verdi. Güney’in zengin ve okumuş çiftlik ağasının torunu hem de kızı daha İstanbul’u görmemişti. Onun bu anları açık yüreklilikle söyleme içtenliğini ama bazen yersiz bulsak da gururunu sevmişti. Asi böyleydi iste. Tuba Büyüküstün Asi’ye benzer mi benzemez mi ilgilenmedik. Biz Asimizi sevdik. Asi dizisini tümden sevdik.
Has deriden çapraz takılan çantalar, gönden çizmeler, diz altında biten bol etek pantolonlarla çağdaş Scarlett O ‘Hara olarak tanımladı ben  Asi’yi Asi forumlarda.
Rüzgar Gibi Geçti bir kitap adıydı evvelce benim için sadece.
Scarlett O’Hara, yedi yüz sayfalık bir romanın kahramanıydı. O romanın filmi diğer filmlerin en az iki katıydı. Üç saatlik bir filmdi ve hiç bir televizyon kanalı o filmi tek kerede gösteremedi. İki bölüm halinde iki seferde gösterdiler. Bizim çağdaş Scarlett O’Hara’lı dizimizden biz böyle bir sürüp gidiş beklesek de bizim dizimiz gerçekten rüzgar gibi geçti.
gördük.
Bizim Asi dizisi bitti.
Dizideki Asimiz el oldu gitti.
O artık Hasret sonra başka biri olacak.
Benim hep çağdaş Scarlett O’Hara olarak tanımladığım Asi öyle bir rüzgar hızıyla geçse de biz geçmiyoruz o hızla. O hızla hala Asi sayfalarında esiyoruz.
Acemi Demirci
13.05.2011

Asi sular


Asi, ılgıt ılgıt akıyordu rüzgar sesi gibi. Üzerindeki eski taş köprünün ardından. Kenarında gelincikler açmıştı. Kimisi iki taş arasında. Yapayalnız. Tek başına.

Koyunlar berideki otlakta yayılıyordu. Melemeleri duyuluyordu papatyalar kadar beyaz kuzuların.. Arı sesi, kuş ötüşü, böcek vızırtısı senfonisi dinleniyordu asırlık çiftliklerin yan yana uzandığı  kentte.

Asi, koyu renkli sularıyla sakince akarken Reyhanlı’nın girişinde bir toz bulutu yükseldi. Istanbul’dan gelme bir araba tozu dumana katarak girdi çiftlik evlerinin sıralandığı toprak yola. O tozu dumana katarak delicesine girerken Asi’nin rengi biraz çamura dönse de yine de sakindi yatağında.

Otlayan koyunlar ürktü arabadan. Bir kız yola sıçradı kızgınca. Kollarını açtı. Savrulan toza dumana, savrulan saçları karıştı. Öfkesi ne arabaya ne de sürücüsüneydi. Öfkesi, görünürdekini görmeyen demir gibi gözlereydi kızın.

Asi o günden sonra pek sakin akmadı. Bulanık suları yavaş yavaş kıpırdadı. Çalkalandı.
Tozlu yolda kollarını açan kız, İstanbul’dan gelen yabancı arabadaki yabancı delikanlıya kollarını açmasa da onu dinlemeyen kalbi, o yabancıya  kapısını açtı. Ardına kadar. ASİ’ye kızın suyu da çalkalandı, kıpırdadı Asi Nehri suları gibi.

Asi sular, asiydi geçmişin getirdiği küskünlüklere. Asiydi, kalbini dinlemeyen; ama ailelerin kinlerini dinleyen iradelere. Asiydi, geçmişteki hataların yeniden yeniden tekrarlanmasına. Asi sular kızdı, yuttuğu bir öyküyü hatırlayınca. Yutup geri kustuğu iki çocuğun öyküsüyle bulandı durdu. Köpürdü, coştu. Kükremesi bile duyuldu köprüden geçenlerce.

Asi sularla aynı adda ASİ’ye kız , kollarını iki yana salsa da kollarını açmak istedi hep köze dönmüş demirle dağlanmış bir kalbe.. Ama geçmiş.. O acı geçmiş. O acıları geçmeyen geçmiş…

Asi suların kızgınlığı dinmedi, söylediği sevda türküsünü dinlemeyenlere. Coştu taştı o da. Sel suyu oldu. Kalplere girdi; gönüllere girdi; nerede saklı bir anı varsa o odaya girdi. Öyle gürül gürül girdi ki ne var ne yoksa yıkadı, arındırdı sel sularıyla.

Sıkı sıkı kilitli Demir kapılar bile açıldı Asi sularının karşısında. Demir yürekler, sabundan çıkan altınlar gibi pırıldadı. Pamuk gibi oldu.

ASİ’ye kız, o seli kah gözyaşında gördü, kah kendini dinlemeyen duygularında. Asi sular yatağına çekilirken, selin suladığı çorak topraklarda fidanlar belirdi. Yeşerdi ortalık. Menekşeler, güller açtı. Hanımeli, yasemin, portakal çiçeği koktu her yan. Boz tarlalar yemyeşil güldü. Kurumuş duygular sulandı. Kapalı kalpler açıldı. Ne var ne yoksa o ana dek söylenmemiş, dökülüp saçıldı.

Asi sular yatağında sakince akarken yeniden, Asi kenarında biri Demir’den      bir el, biri minik bir el, biri yaba, orak tutmuş avuçlarında yara izi olan ASİ bir el  birbirine sıkı sıkı yapışmış kuzu sesleri arasında gezerken güneş, ASİ’ye kızın boynundaki altında yanıp, göz kırptı gülerek..

Acemi Demirci, 26.09.2012

ASİ’nin yemenisi


ASİ’nin yemenisi
ASİ'ye'nin yemenili halini hepimiz çok sevdik. Oyalı yemeniler; çiçekli, ince dokunmuş, yumuşacık yemeniler zaten hiç birimizin öyle aman aman yabancısı da değil.
 ASİ'ye'yi öyle yemeniyle görünce sanki arkadan bir fon müziği işitir gibi oldum;
"Yemeni bağlamış telli başına,
Zülüfleri düşmüş hilal kaşına..." diyen.
Acemi Demirci, 28.11.2011

Asi'nin ezgiler başka dizilerde


Asi'nin ezgileri, (sanırım biraz da bize o dizilerle yakınlık kurmamız için psikolojik bir oyun ya da besteyi yapanın kendisinin de hala Asi’nin etlisinden olması nedeniyle) kulağıma başka dizilerin müziklerinden geliyor.
Asi'nin melodisinden  bir anlık bir çalınma ile kulak  kabartıyoruz “acaba” diyerek.  Ama o bir anlık,  ASİ’den ödünç bir anlık bir ASİ ezgisi.
Hala ASİ, her yerde ASİ. Müzikler ASİ diye çalıyor. Asi'nin giysilerinden esinlenmiş gibi geliyor bazı dizilerin giysileri. Yani tiril tiril ve çiçekli kumaştan.
Bir efsaneden esinlenmek, sık rastlanılan bir şey. ASİ de bir efsane. O efsane, nağmeleriyle başka dizileri şenlendiriyor şimdi.
Acemi Demirci, 01.12.2011

Asi’yi hatırlasak mı biraz..


Asi’yi hatırlasak mı biraz.

Son günlerde sitemizde yer alan 2:22 dakikalık klipler ile hasret gidermeye çalıştığımız Asi dizisinin bu denli bereket yağdıran bir dizi olabileceğini hangimiz tahmin edebilirdik.

Önce Hatay sevgisi gelişti Asi dizisini izleyenlerde. Neyse ki Asi dizisi başladığında biz hiç görmediğimiz Gaziantep ve Hatay için hemen birkaç hafta içinde karşılayacağımız bayram için turda yer ayırtmış ve mozaik müzeleri hakkında internette çoktan araştırmaya başlamıştık. Sonra mısır tarlasında gezinenleri gördüğümüz ön tanıtımıyla Asi dizisini izlemeye karar verdikten sonra dizinin Hatay’da çekildiğini fark edip, Hatay gezimiz için veriler toplayalım dedik.  Oysa ki çok iyi biliyoruz ki tur programı tamamen dolu ve zaten bize yeteri kadar güzellik de gösteriyorlar.

Bayramın ilk günü  Gazi Antep’e gitmiştik. İlk kez görüyorduk bu kadar doğuyu.
İyi ki gitmişiz, büyülendik.

Her şey çok farklı ve güzeldi, beklediğimizden çok daha iyisini bulduk.

Yermekler anlatılacak gibi değildi, lezzet küpüydü, mimari karşısında nutkum tutuldu. Resim çekmekten seyretmeye vakit kalmadı desem yeridir etrafı.

Tur otobüsümüzde önümüzde iki şirin genç hanım oturuyordu. Bu tura katılmaya,  Asi dizisini izledikten sonra karar vermişler. Biri Demir’e aşıktı genç hanımların , diğeri de Hatay’da, şehrin içinde, bir göbekte, çevredeki binaların arasında küçücük kalmış aşk tanrıçası Tike’nin heykeline.

Hatay’ı gezdikten, yemeklerini tattıktan sonra Asi dizisine olan bağlılığım daha arttı. Dizide gezdiğimiz yerleri görünce heyecanlanıyor ve orayı ismiyle hatırlıyor olmaktan mutluluk duyuyorduk.

Asi dizisi harika bir ortamda, Hatay’ın olağanüstü güzellikleri, eskilerden kalma nefis mimarisi olan evleri, duvarların arkasına saklı küçük fıskiyeli havuzları olan nefis ve serinletici bahçeleriyle taş konaklarıyla  muhteşemdi.

Metropollerde, bloklarda, apartman daireleri içinde kendisini bir konsolun çekmecelerinden birisine tıkılmış gibi hisseden insanların, tam da başka hayatlar da varmış diye düşüneceği cinstendi her yer Hatay’da.

Asi’yi çok sevdim/sevdik. Erdemli, katıksız bir sevgi ile süslenmişti öykü. Sevgiyi sevdik Asi dizisinde. Sevilesi cinsten bir sevgi vardı. Katlanmayı bilen, başı dik, taviz vermeyen.
Asi demek sadece iki oyuncu demek olmadı benim için yani Asi ve Demir’e indirgemedim diziyi. Şu gerçek ki o iki oyuncudan başkasını, o iki rol için asla düşünemiyorum, yakıştıramıyorum. Aslında sadece o iki rolün oyuncularını değil, anne rolündeki oyuncu dışında tüm oyuncuları tamı tamına o rolde görmeyi isterdim yine.

Asi bize çok şey sundu sunulanların hiç birinde olmayan. Bize entrikalarla dolu bir aşk, hile, hurda içinde ilişkiler, aldatma, ihanet sunmak yerine kültür, gelenek görenek, mimari, çiftlik hayatı, gökyüzü, alabildiğine doğa sunarken Asi dizisi de efsane oldu..
Resimlerde gördüğümüz canlıları hiç olmazsa ekranda hareket ederken gördük, seslerini dinledik Asigiller’in, Demirgiller’in yaşadığı çiftlikte.

Tarihin içine girdik Asi ile. Tarihin her katmanında gezindik. Sanatından, inanç sistemlerinden, kültürlerinden esip geçtik. Sadece yoz bir sevgi, kuru bir dizi izlemedik.
Biz bir diziyi sevdik ama dizinin yapımcıları o diziyi bizim kadar sevebildi mi emin değilim.
Bu nasıl bir sanal ortamdı ki, kurguydu ki Hatay gibi küçük ama her konuda çok zengin bir yerde geçiyor olması bile bizim bağlılığımızı arttırdı, sade ve kır tarzı giysiler, has deriden çizmeler, gönden çantalar, lastik çizmeler görmeyi, lame, yüksek ökçeli, açık, şık ayakkabılara; pahalı, vitrinden henüz çıkmış gibi duran, parlak şaşaalı giysilere, takılara yeğledik.

Doğallığın tadını çıkardık. Doğal olanı aslında nasıl da özlediğimizi ve beklediğimizi hatırladık, hatırlattık.

Asi’nin kemikleşmiş izleyici kitlesi olarak adlandırılan bizler, sanırım ilhamlara da vesile olduk. Yeni Asiler için ilhamlar verdik. Asi’nin neden sevildiğine dair bir akıl yürütme, en kısa yoldan Hatay, çiftlik gibi hep bahsettiğimiz ögeleri  sonuç olarak  verebilir. O halde Hatay’da çekilecek yeni ve Asimsi dizilerin, Asi’den daha fazla sevileceği de kolaylıkla düşünülebilir.

Böyle düşünenler olmuş olmalı. Asi ile ilgili hepimizin bildiği bir sitede, Asi sonrası diziler ele alınıyor. Zaman zaman okuyorum arkadaşların izlenimlerini. Hiç birisi Asi olamıyor, olsa olsa Asi’nin çekildiği yerlerde çekilen yeni bir dizi olmaktan öteye gidemiyor yazılanlardan çıkardığım sonuca göre..Çoğunun, alıştığımız mekanlarda, yerlerde yabancıları görmesi yada o dizideki birer yabancı olarak görmelerini yadsıyan satırlarını okurken aynı şeyleri düşündüğümüzü hissediyorum.

Neden mi? Çünkü Asi sadece Hatay’dan ibaret değildi. Hatay’ın olağanüstü havasıyla yoğrulmuş kültürüyle renklenmiş, yemekleriyle lezzetlenmiş, tabiatıyla kokmuş o dizi, tüm bunların bir kokteyliydi, karışımıydı ve senaryosu bambaşkaydı. Belki tamamen bir tesadüf, planlanmamış, hesaplanmamış bir kartopuydu Asi , beklenmedik bir çığa dönüşen. Öyle bir çığ ki hala önünde durmak zor. Çağıl çağıl tepeden akarken, hiç bir bent önünde duramıyor. Yani hiçbir benzer oluşum, dizi benimsenemiyor, kar taneleri gibi savruluyor.
ACEMIDEMIRCI, 2010

ASİ'ye'yiz yani çiftçi ruhluyuz hepimiz


Asiyiz ya.
Her birimiz birer ASİ.
Asi bile asi değildi biz gibi.
Asi sadece bir kısaltmaydı.
Asiye’nin kısa haliydi.
Bir çiftlik kızının adıydı o kadar.
Damlaların suya düşüşü gibi vuran müzikten çıkagelen erdemli bir aşkın lastik çizmeli kızıydı.

Biz asiyiz.
Bitmişliğe asiyiz.
Bitmişliği, bitmemişliğe çevirdiğimiz  için asiyiz.
Biteni, bitirmemek konusunda hem de nasıl asiyiz.

Önceki forumlarda yazmıştım.
Ancak siteler kapanınca yazılarım da silinip gitti.
Yazdığım ve unutmadığım cümlelerimden biri şuydu;
“Diziler, bir nevi büyüklere masallardır.
Biz bizim masalımızı bulmuştuk.
Başka bir masal da bulamadık benzeri, andıranı.
Masalımız bin bir gece masallarından çıkmışcaydı.
İçe işleyen, gönle dokunandı.
Tez bitti.

Masallar biter doğrudur.
Bu masal bitmez masal.
İşte o yüzden asiyiz.
Tersine akıtıyoruz masalı.
Önce dinledik.
Şimdi anlatıyoruz.
A.Yasemin Yüksel ya da Acemi Demirci, 17.05.2011

Asi mayası çalmak


Asi mayası çalmak
Ben, Nasreddin Hoca’nın kaşığıyla çalınır bilirdim o maya. Göle yoğurt mayası çalıp, koca gölü yoğurda çevirmek olsa olsa bir Nasreddin Hoca fıkrasıdır sanırdım.
Değilmiş. Anladım. Birkaç sene oluyor.

Her maya, gölü yoğurdu çevirmek için çalınmaz. Her şeyin mayası başka başkadır. Yoğurt mayası en bilindik maya olsa da ekmek mayası gibi bir maya daha varmış. Nasıl doyurucu, nasıl besleyici. Her yere aynı anda çalınan bir maya. Bir şehirde günken bir şehirde gece olsa da fark etmez; tam o anda çalınan bir maya. Hem de müzik çalarak çalınan bir maya.  Her kentte her kıtada her bu mayaya hasret gönülde  hiç ikiletmeden tutan maya.

Mayanın  çalınması, bir şarkının çalmasıyla başladı. Bir nota duyduk. Nota. Müzik kokan. Derinden. “Gel de kulak verme” dedirten. Ardından bir nota daha.  Sonra bir yenisi.  “Nasıl bir müzik bu böyle” deyip başlarımız notanın geldiği yöne döndü, ekrana çevrildi haberleri izlemeyi beklerken. Haberleri izlemeyi beklerken yakında başlayacak bir diziden haberimiz oldu. Haberi filan unuttum ben o anda.
Hep diziler vardı oysa televizyonda o güne dek. En görkemli evlerde, varaklı dekorlarda, ışıltılı salonlarda, şıkır şıkır giysiler içinde. Bizim bir nota ile başımızı çevirdiğimiz tanıtım, lastik çizmeler giymiş, asırlık bir çiftlikte okumuşluğu yazmışlığından önce çiftçiliği gelen bir kız ve ailesini gösteriyordu. Mısır koçanlarının arasında gezinen bir kız gördüm ilk. Çiftçi ruhum depreşti.
Geniş bir aileydi asırlık çiftlik evindekiler. Ben çok severim, giderek küçülen aileler olmakta olduğumuz şu sıralarda kıymetini daha bir anladığım, çocukluğumda hep içinde olduğum gibi geniş aileleri.

Dede de vardı ailede; kardeşler de. Kahya da vardı; kahyanın karısı Fatma Anne derler bir ellerinden dolma yenilesi kadın da. Yemeğin en zorunun piştiği, tefriş salonlarını andırmayan bir mutfağı vardı ki pişen her yemeğin kokusunu duyar gibi olurdum.  Her şeyin vaktiyle alınıp oraya, raflara konulduğu ve sofraya kim bilir kaç senedir gelip gitmekte olduğu, kullanılmışlığı apaçık ortada eşyalarla dolu bir mutfağı vardı. Bakır kaplı kacaklı.

Hepsi birbirine benzeyen herhangi bir salondaki koca televizyona gözlerini kırpmadan bakarak birbiriyle hiç konuşmadan bir dizi, o bitince bir dizi daha, sonra bir yarışma izleyen bir aile değildi o asırlık çiftlik evindekiler. Yer karoları en güzelinden desenlerle bezenmiş bir genç kız odasında eski bir karyolanın pirinç başlığına dayanıp oturan,  ortancanın ya da en küçük kız kardeşin ablalarının kendi aralarında fısır fısır neler konuştuğunu öğrenebilmek için türlü şaklabanlık yaptığı;  ama her defasında kendi odalarına savuşturulduğu çiftlik gecelerindeki içli kız kardeş dertleşmelerini sevdik. Yürekten konuşmaları nasıl da özlediğimizi gördük, giderek tek kalmaya alıştığımız koca metropol yaşantısı içinde. Biz konuşmuş gibi olduk onlar bloksuz bir hayatın içinde konuşurken yüksek bloklardaki evlerimizde. Artık her biri hayli uzak yerlerdeki yakınlarımızın uzaklıklarını her gün daha bir duyumsarken hala aynı çatı altında, aynı küçük bir kentte birbirine bu kadar yakın olabilmiş kardeşliğin yanında bir de sırdaş, arkadaş olan kardeşliği sevdik.
Lameler, ruganlar, şık tuvaletler ne gezer çiftlikte. Has deriden, gönden çizmeler, tarla sulamasında giyilen lastik çizmeler, rüzgarda isyan eden ASİ saçları derleyip toplamak için oyalı yemeniler vardı üstte başta.

Bunlar çok önemliydi. Çünkü zaten bunlar vardı Anadolu’da. Bir çiftlikte. Kırlık yerlerde.  Her şey olması gerektiği gibiydi neredeyse. Gösterişsiz; ama o ne görkem, doğal, gerçeklik duygusunu okşayan. Olması gerektiği gibi olmak bazen en zoru. Ama bu zor,  orada kolaylıkla oluvermişti.

Tarlalar yakaladı beni, ilk notada. Reyhanlı yakınlarında olduğunu ve F  ra nsızlar tarafından yapıldığını duyduğum taş duvarlı, çiftlik evi mimarili o ev yakaladı. Çiftlik evine özgü mimarisiyle, ahırıyla, traktörüyle, kazıyla, ördeğiyle, tavuğuyla ve yağız atıyla o çiftlik evi yakaladı.

O çiftlik evinde çiftçilikleri, okumuşluklarının önüne geçmiş bir baba kız vardı. Kırılgan duruşlu, kırık gülüşlü bir kızkardeş vardı. Kanmış, kandırılmış bir ortanca kız kardeş daha. Bir de tekme kazıntısı, tam evin küçüğü olmanın hakkını veren en küçük kız kardeş vardı. Eklinde gitarıyla.

Ve elbette tertemiz bir sevda. Öznesi sadece iki kişilik. Demirden, çelikten. Ama bazen de camdan. Cam dedikse kırılmaz; ama kırılacakmış gibi görünür.
Doğanın en görkemlisi, mimarinin hangisine bakılacağı şaşırtanı, kültürün çeşit çeşidi, yemeğin otlusu, etlisi, sıcağı, soğuğu; ama ille de Hatay mutfağı olanı oradaydı.

Tiril tiril giysiler, moda dergisindekilere hiç benzemiyordu. Basmadan, pazenden ketenden. Çiçekli hem de. Uçuşuveren. Bir çiftlik kızı, moda dergisindekiler gibi giyinmez.  Saçlara maşanın nasıl da yakıştığını gördük her defasında. Gön çantanın çapraz takılanını.

Mobilyanın masifi, lde oymalısıydı oradakiler.  Eskisi. O kadar eskisi ki kimbilir kaç kez cilalanmış bir marangoz atölyesinde. Kaç kez tamir görmüş kırılan kapağı, kilidi, kolçağı. Yaşanmışlık sinmiş üstlerine. Şimdiki kuşak, onların üstüne otururken “Bu topraklar 300 yıldır bizim” derken, babalarının, dedelerinin oturduğu koltukta oturarak diyordu belki de bunu. Bu bence hayatın en büyük lüksü. Bunu diyebilecek kaç kişi var ki? Onlar diyenlerdendi.

Babalarının,  dedelerinin ektiği, biçtiği, doyduğu, suladığı topraklarda aynı eller değilse bile aynı aileden eller hasat yapıyordu. Bazen hasat için yağmur duaları da yapılıyordu. Bir çiftlik ve çiftçilik  temalı dizide yağmur duası olmazsa olmaz. Hayatta yağmur duası hep oluyorsa, dizide olmazsa hayatın bir yönü eksik kalır.
Sabun şenlikleri de eksik kalmamıştı dizimizde. Orada bu şenlikler yapılıyorsa dizide de olacaktı. Oldu da zaten Hatay hayatının içinde hep olduğu gibi.

Maya buydu işte. Doğallık, kültür, aile bağları, tiril tiril giysiler ki çiçekli basmadan. Lastik çizmeler.

O maya öyle bir tutmuş ki seyirci gölünde, öyle böyle değil. Değil göl, denizler, okyanuslar aşıp mayalamış kimleri kimleri. Birbirini hiç tanımayan, bir havaalanında, tren garında, otobüs terminalinde bile karşılaşma ihtimalleri olamayan insanları. Hepsinin adları ayrı, işleri ayrı, zevkleri ayrı insanları. O ayrılıklar bir kısacık kelimede mayalanmış. ASİ. Önce bir ters akan nehir sonra bir göl sonra bir derya olmuş Asi mayası çalınmış her yer.”
Acemi Demirci, 11.06.2012