31 Temmuz 2013 Çarşamba

ASİ ve ASİ'ye

Bir dizi izledim. Adı belli. ASİ. ASİ’ye kızın dizisi.

İkinci bir dizi olmadı. Elveda Rumeli'yi saymazsak. O biraz bizimkilerin hikayesiydi. Ve yeri ASİ’den farklıdır. O da özeldir. Bambaşkadır biraz da bizimkilerin Rumeli’den göçüşlerini anlatması, yine kızlardan, sevimli bir kız babasından ve yine çekip çeviren, atçı mı ağzını gözünü yuman bir anneden, köyden, evin ahırdaki ineğinden, eşeğinden, sabahları öten horozundan, aile bağlarının sıkılığından, insanların iyi günde de kötü günde de birbirlerinin halinden anlamasından kaynaklı benim için özelliği.

ASİ ASİ'ye'yi çok sevdim. Öykü bizimkilerin öyküsünü anlatan Elveda Rumeli’nin öyküsünden çok farklı da olsa, görmüş geçirmiş, medeniyet kokan kenti bambaşka olan ASİ dizisini de ASİ’ye‘yi de buradaki arkadaşlarım gibi ben de çok sevdim. Nasıl sevgiyse. Ne unutuluyor ne eksiliyor. Her gün aynı tazelikte. Her hatırlanışta kumaşından, mimarisine hayranlık hissiyle anılıyor.

ASİ, bütünüyle “benim dizim işte bu" dedirtecek diziydi. Her şeyi bulduğumuz, her saniyesinde beklediğimizi seyrettiğimiz. Mimarisi, tabiatı, has deriden çapraz takılan çantaları, gönden çizmeleri ile modanın eskitemeyeceği modaydı.  Sahil boyunca at binmeler, en lüks arabalarda gezenlerin yakalayamayacağı hazdaydı.  Yağmur altında at sırtında  dans edercesine süzülmeler o an o atın sırtında olmayı isteten cinstendi. Bir çiftlik ki nasıl bir mimaride, öyle bir çiftlik ki kaç ailenin barındığı bir yuva. Tarım, buğday sarısı, organiğinden domates ziraati, traktör; daha İstanbul görmemiş bir veteriner kız ki dedesi ağa, babası çiftlik sahibi; dağ yeli, ağaç gölgesi, ekin sarısı; vitrinlerde satılmaz, elde dikilir çiçekli basmadan, pazenden giysilerle renklenmiş bir diziydi ki ne benzeri yapılmıştı ne de yapılacak gibi.

Bizim bir araya gelmemizi sağlayacak, Ülkemiz'in kuzeyinden, güneyinden, batısından, doğusundan, deniz aşırı memleketlerden bizleri mıknatıs olup çekecek tek çekim gücüydü. Bir misyonu da buydu sanki  ne evvelce bir emsali yapılmış ne şimdilerde bir benzeri olan ne de eşi yapılacak gibi olmayan dizinin. Mimarinin en hasıyla, giysinin derinin hasıyla, tabiatın koyusuyla, aşkın katıksızıyla gözlerimizi; müziğin hasıyla kulaklarımızı eğlerken, şenlendirirken henüz birbiriyle karşılaşmamış, rafine çalışmalardan, tablolardan hoşlanan bunca insanı buluşturan, buluşma noktasına yönlendiren bir yol işaretiydi ASİ. Bunca insana yol gösteren yön levhasının okuydu. O oku hep takip ettik. Yolumuz buraya çıktı. Şimdi bu sokaktayız. Sakinleri, sayfamıza pencere açar.

Nefes aldığım, yalnızsam eğer birden kendimi kalabalıkta ve mutlak birkaç merhabanın ta nerelerden söylenip hemen yanıbaşımda duyulduğu yerdeyimdir bu sokağa açılan pencereye tıkladığımda. Yine öyle oldu. Biraz da tatilin yoğunluğundan, burada her an “hoş geldin”e gelen sevgili komşularımızın bitmesini istemeyeceğim sohbetlerine dalmaktan belki uğrayamamıştım uzunca zamandır sayfalarımıza. Ama aklımın bir köşesinde bile değil, kendi köşesinde kurum kurum oturuyor her daim buralar. Ve o selamları görmek için gözlerim kamaştıkça kamaşıyor. İşte sabahın bu saatinde selamlarınıza selam vermek, merhabalarınızla sanki yanınızdaymışçasına mutlu olmak için pencereyi de açtım, kapıyı da. Bir de ne göreyim. Naile, serapSu, minikkulak buradalar. Ve e.min. Bize en güzel resimleri sunarak, o çok güzel yorumlarını okutarak yanıbaşımda. Şimdi Çeşme rüzgarının ağaç dallarından süzülüp gelen fısıltısında ta nerelerden taşınan selamların, merhabaların müziğini dinliyorum. minikkulak’a bu kadar yakın olmanın da sevincindeyim.

Böylesine güzel,  rafine çalışmalarla mutlu olacak, bu güzellikleri konuşmak isteyip de konuşacak  kadar yakın olmasalar da yazılarıyla yakın olabilecek,  birbirinden böyle uzakta, upuzakta; ama mesafelerin uzunluğuyla ırak olmayı önemsemeyip ortak paydaların yakınlığıyla yakınlaşan insanların biraraya gelmesini dilerse kader belki bir gün tekrar, işte o zaman yeni bir ASİ ve yeni bir ASİ’ye doğum gününü beklemektedir mutlak.

Acemi Demirci, 31.07.2013,  10:30