14 Eylül 2019 Cumartesi

Dizi Dizi Öykü Vagonları

 (Tüm yazılarımda, öykülerimde olduğu gibi yine sadece kendi çektiğim fotoğraf karelerini kullandım bu yayınımda da)

Yeniyetmelikte saçtan tırnağa, bakıştan yürüyüşe birilerinin gölgesi vardır üstte. Bir film izlenir, o filmdeki gibi konuşulur, hatta  filmdeki bir cümle dillerden düşmez, o filmin müziği  her yerden duyulur.

Evlerin duvarları ardında kim ne yaşamaktadır bilemezken belki gerçek hayattan da esinlenilmiş olayların harmanlandığı hem sesli  hem görsel bir nevi kolayından romanlar olan diziler, hemen her akşam belli saatlerde evlerde izlenir. İzlenen her şeyin, izleyende az çok bir etkisi olacak haliyle. Herkesin seyrettiklerinden aldığı pay, iyisinden kötüsüne birbirinden bağımsız. Pay alınıyor ama sonuçta; su götürmez bir gerçek bu.

Diziler başlıyor; tutuluyor, tutulmuyor; seneler sürüyor bazen; bazen de tezden bitiyor. Dizilerin dizi dizi öykü yüklü vagonları, vurdulu kırdılı, çatık kaşlar altından keskin bakışlı, ağalı babalı, siyahlar içindeki  adamlı, konaklı yalılı bir rotada koşuyor çoklukla.  Dizideki niteliklere sahip kimi  kahramanların bulup da söylemek bir yana bir kitapta geçtiğinden bile habersiz olduğu, öylesi bir sözü öğrenmeye bile erineceği; ama senarist kaleminden bolca döktüreceği beylik laflar, dizilerin bitmelerinin ardından sosyal medyanın vazgeçilmez paylaşımları oluveriyor bir de.   O laflar, kimileyin kimilerinin karakterinin bel kemiği oluvermiş bir bakıyorsunuz.

Öteden beri, dizilerden de önce eski filmlerde giyilenler, Hollywood aktörlerinin briyantinle şekillendirilmiş saçlarından saçlarla sokaklarda gezmeler, Yeşilçam aktörleri misali yakılmış sigara içmeler, tek kaşın kaldırıldığı yan bakışlar hatta film şarkıları, o filmin sinema salonundaki  izlenme süresi olan iki saat sonrasında hemen sokaklara taşınmamış mıydı? Bir zamanlar sadece filmleri, şimdilerde bir de dizileri izlemek yalnızca sinema sanatına eşlik etmek değil, çoklukla iyisinden kötüsüne öykünülen kimi kahramanları akla yerleştirmek  aslında. Bir genç, filmde kimden fazlasıyla etkilendiyse, film sonrasında artık o karakter gibi yürüyecek, onun tavırlarıyla  hareket edecektir. Yani kendi gibi olmaktan  filmdeki ya da dizideki öykünülmüş rol modele bir geçiş süreci bazen bir dizi, bir film izlemek.

Henüz filmlerin, dizilerin  çekilmediği çağlarda kimi romanlar da aynı etkiyi yaparmış. Mesela Goethe’nin Genç Werther’in Acılarını okuyanların başlarına gelenler. Romanı okuyanların çoğu Werther gibi sarı pantolon, mavi ceket giymiş, kimisinin de sonu iyi olmamış.

Mahallede boş arsa varsa orada, yoksa apartman aralarında, okul bahçelerinde futbol oynayan dört, beş yaşındaki çocuklara kadar ille bir rol model seçiliyor yetişirken. Futbol oynayan çocukların çoğunun giydikleri formanın arkasında beğendikleri futbolcunun adı yazarken saç tıraşları da o futbolcununkinden.

Her gece, her kanaldaki dizilerin her birinde ayrı konu, ayrı esas kız, esas oğlan. Ama çoğunun bir kesişme noktası var. Vurdu kırdı. Alabildiğine şiddet.


Şiddet izlenecek şey mi ki dizilerin vaz geçilmezi oldu? Şiddeti sevdiriyor mu kimi dizilerin  “bu nasıl çekilir?” dedirten sahneleri? Eğer dizilerin kimi görüntüleri öncelikle çocuklar, gençler ve toplumun bazı geri kalanı için çok sürmez yakında  davranış olarak yeşerecek birer tohumsa, ekilen bu tohumların hasadı kan renginde olmaz mı? Kim ister kadından çocuğa, hayvana şiddet uygulansın,  hayatlar sonlansın?

Elbette yapımcılar, şiddet sahnelerine toplumun kötülüğünü istediklerinden yer vermiyorlardır dizilerinde. Mutlaka karşılıklı bir beklenti ve beklentiyi karşılama alışverişi de vardır, yapımcı ile izleyici arasında. Ki var gibi gözüküyor.

Vaktinde senaryosu bile olmadan doğaçlama çekilen naif Yeşilçam filmlerinde kötü karakter varsa da bir de karşısında uşağından bahçıvanına, şoförüne, babacan tavırlı  büyüklerine iyiler vardı, kötünün önünde duvar gibi dikilen. Şimdi kötülerin dünyasının kazandığı, asıl karakterlerin kötüler olduğu vurgulu dizilerde kadınlar hep ağlıyor.  

Metropolle yetinmeyip  megakentlere geçişler yaptığımız şimdilerde bunca kalabalık ve keşmekeş ortamında  sosyologsuz olmuyor. Yalan Rüzgarı adlı hayli eski yabancı bir dizide, neredeyse bir düzineden fazla  sosyoloğun, psikologların, onlarca danışmanın yer aldığını sıkça yazardı gazeteler. O zaman bizim dizilere katkıda bulunan sosyolog var mı diye düşünmeden olmuyor. Önünde sonunda kaçınılmaz olarak şiddet sahnesi bol dizilerden rol model alınan karakterlere benzeyip, kadınları, hayvanları, yeni mezun İTÜ’lü mühendis genci istedikleri parayı vermedi diye canından eden toplum zararlılarının mantar gibi bitivermesine ortam hazırlayacak diziler her şeye rağmen yapılabilir mi? Tüm diziler, yok edici tayfunlar olmak yerine ferahlatıcı meltemlere dönüşmedikçe  buğday tohumu arasında ayrık otu tohumu da saçılmış olmaz mı sünger gibi emici genç algılara?

Bir dizi vardı. Zengin kadrolu. Halit Ziya Uşaklıgil’in kitabından uyarlama. Yalıda geçiyordu. Varlıklı bir ailenin öyküsü. Dizide, kocası ile arasında hayli yaş farkı olan karakteri canlandıran oyuncunun da diğer oyuncuların da giysileri, takıları öyle moda olmuştu ki o dönem yok satıyordu. Ne Paris modası ne Roma pazarındaki pembe renkli oğlak derisinden ceketlerin modası hatırlanır olmuştu dizi boyunca. Varsa yoksa tasından tarağına dizideki her şey alıp başını gitmişti üstlerde başlarda. Öyle ki basit bir giysi alacağınızda satıcılar o giysiyi, o dizi için kostüm tasarlayan firmanın ürettiğini söylüyordu. Bunu duymak bile sattırıyordu ürünleri. Kapış kapış.

Dizilerin etkisi bu kadar açıkken,  dizileri şiddet sahneleri ile doldurduğumuzda sokaklarda, ortalıkta göz önünde işlenen onca fena şeylerin altında yatan nedenlerden biri, belki başlıcası o sahneler  olmayacak mıdır? İzlediği çizgi filmlerin kahramanları Arı Maya, Spider Man, Superman kıyafetleri ya da hayranı olduğu futbolcunun  adının yazılı olduğu formayı giyen çocuğun, on dördünde, yirmi dördünde dizilerdeki kötü karakterlerin benliğine bürünüp onun giysisini giyeceği apaçık değil mi?
(Her hakkı saklıdır)

Ayşei Yasemin YÜKSEL (Acemi Demirci), 10.09.2019