10 Kasım 2012 Cumartesi

AS'tı. ASIL'dı. ASİL'di.ASLİ idi. Çünkü ASİ'ydi.


AS'tı. ASIL'dı. ASİL'di.ASLİ idi.
Çünkü ASİ'ydi.

Ekim ayıydı. Sene 2007. Herhangi bir günün, her hangi bir akşamıydı. Bir ses duyduk. Önceki Hiçbir sese benzemeyen bir ses. İnliyor desem değil, çağlıyor desem değil. Seranad değil, sonat değil. Olsa olsa bir ASİ türkü.

Pat diye evimize dalan, ta güneylerden kopup gelmiş yeşillikler içinde, rüzgarlı, tarlalı, güzel mi güzel genç bir kızlı o büyülü görüntüleri karşısında mıhlandık.

Yağmur tanesiydi o ilk ses, o ilk görüntüler; her bir gönüle çiğ olarak düştü. Bağ eteklerindeki ovalardan bin bir bereketli tohumdu. Düştüğü yer yeşerdi. Bir de kök saldı ki. Sessizce, bağırıp çağırmadan. Hatta görmezden bile gelinerek çok kimsece.

Sadece bittiği toprakların fidesi olmadı. Her kıtada, her kültürde aynı şeklide sevildi. Sevildi; çünkü sevgiye methiyeydi kendisi.

Bazen öyle olur ki iki kardeş bile hemfikir olamaz bir konuda. Ama bu konuda herkes hemfikir oldu. Onu sevmede. Onu izlemede. Belki herkes başka başka nedenlerle sevdi ASİ'yi; ama bu, şu denekti. ASİ, herkese o herkesin kendi diliyle seslendi. Sevgi isteyene sevgi diliyle, toprak isteyene toprak diliyle.

Benim dilim ziraat lehçesindendi. Çiftlik, tarla tapan, ekin dilindendi. Katıksız, erdemli sevgi, mimari, alabildiğine kültür, tarım, bitki, aile bağları, kadına en yakışanından çiçeklisinden tiril tiril kumaşlardan giysiler, gönden çapraz takılan çantalar, taş çiftliğin çiftlik dekorunun sıcaklığı, horoz ötüşü, ördeklerin paytak gezişiydi. Bana seslenen dil. Nehir olmasıydı bir şehirde. Kenarında yürünen. Üstünde taş köprüler olan. Betondan bıkmış, mimari incelik haretiyle dolu gözlerime hitap eden dildi bu. İşçilikli, özenli yaşanılası yerlerin resim gibi güzel görüntüleri. Şiir gibi güzel çiftlik. En hasından bahçeler. Ailenin bağı. Sevginin erdemlisi. Üçüncü kişi sokulmamışı..

Gizli köşelerin hala bulunabilmesiydi ASİ'nin bin bir sihrinden biri. Ağaç altlarında oturabilmekti.

O aile bağlarının Hiçbir densiz kılıcın kördüğüm bir sıkılıkla düğümlenip, kimselerce çözülemeyecek denli güçlü kenetlenmiş olmasıydı.

O sadeliğin içindeki alabildiğine görkemdi bizi mıhlayan efsunlardan biri. Tozlu yollu çiftlikteki ihtişam, lastik çizmedeki çamurlu şıklık, rüzgarda uçuşan maşalı saçlar, Hatay ipekçilerinden alınmış, yarım saat kaynatılmış koza ipliğinden şallar, çiftlik evinin taş duvar üzerinde sonradan olma Aslan yürekli kardeş de dahil, Kozcuoğlu kardeşlerin dertleşmesini sevdik.

ASİ'nin sularında gezindik. Kayığımız bir diziydi. Adı da ASİ.

ASİ yosunu gözlerin, yosun yeşilinde sevgi görmeyi sevdik. O yosunlara saklanmış balık gibi yüzen sevdayı sevdik. O çiftçi ruhlu gözlerdeki gizli sevdanın çakmak çakmak ASİ pırıltısında el çırptık sevinçten. Yakamozumuz oldu geceleri o ışıltılar. O pırıltının demiri eritip, ASİ Nehri gibi akar, erimiş maden yapmasıyla coştuk

Demir'e, ASİ suyu karıştı. DEMİR, çelikten bir aşk oldu.

Bu çelik gibi sağlam aşk, maya oldu tuttu yüreklerimizde. Bizim de aşkımız oldu bir çeşit.
Bir diziydi ASİ. Yazılmış, oynanmış, çekilmiş. Gel de bunu bize anlat. Ne dizisi. O, bizim gerçeğimizdi. Üstüne sevgi olmayan sevgi. Üstüne yaşanacak yer olmayan çiftlik hayatı. Üstüne gezi yeri olmayan çamurlu tarlalar. O yüzden bu dizi dizi yazılar.
Acemi Demirci, 09.11.2012



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder