3 Kasım 2012 Cumartesi

Senaristlerin görsel öyküleri: Diziler


Diziler, en önce senaristlerin ürünü. Kurgu, örgü, karakterler tek tek senaristlerin hayal gücünden ya da gözlemlerinden çıkıp geliyor, karşımıza dikiliveriyor. Ben, bizim senaristlerin çok başarılı olduğuna inanıyorum.
Evvelce sabun köpüğü denilen diziler oynardı televizyonlarda. Akşam üstleri, hafta içi. Ben de rastlardım eve gelince. O dizilere fazla ilgi göstermemiştim; ama o dizilerin yazılış ortamına, zeminine çok ilgi duymuştum.
Sabun köpüğü dense de yirmi yılı geçkindir çekildiği ülkede oynadığını öğrendiğimiz, bizde de senelerce oynayan dizilerin beni en etkileyen yanı, yazarları olmuştu. Yazarı değil; yazarları. Çoğuldu yazar sözcüğü.

O diziler bir ordu tarafından yazılıyordu. O senarist ordusunun içinde sosyologlar, psikologlar, hukukçular gibi onlarca kişi mevcuttu. Tek bir kişinin konuşturmasıyla konuşmuyordu dizideki bir kahraman. Kendine biçilen rol neyse o role göre konuşuyordu. Burada rol derken, oynadığı rolü değil, kişilik olarak ona biçilmiş rolden kastim.
Onlarca kişi tarafından senaryosunun yazıldığını okuyunca o diziye iş dönüşleri yakalayabildiğim on beş dakika boyunca baktım. Önce hem başından beri takip etmediğim hem de çok az bir kısmına yetişebildiğim için pek bir şey anlamadığımı sandıysam da giderek incelikleri yakaladım.

İlkin her karakter, gerçekten karakterdi. Başlıbaşına bir karakterdi. Yani “o şunu yapar, bunu yapmaz” diyeceğiniz kadar sağlamdı karakterler. Sağlam tanımlamasıyla karakterin güzelliği ve değilliğini anlatmak istemiyorum. Yani karakteri baştan aşağı ona özgüydü, kararsız, arada kalmış, duygusal, içe kapanık gibi özelliklere göre gerçek hayatta bir insan nasıl karar verebilir, nasıl tepkide bulunabilir, nasıl yaklaşımlar gösterir, nasıl kendini olayların ortasına atar ya da geri tutarsa aynen öyleydiler. Yani on beş dakika bile izlemek bir müddet sonra o dizideki karakterleri analiz edip, onun çocukluğuna yapılan atıflarla, bugün ki karakterinin nasıl da anlatıldığını, nasıl da karakterin iyi yanlarıyla, kötü yanlarıyla, zayıf ve güçlü yanlarıyla tanıtıldığını ve benimsetildiğini ayan beyan görebiliyordunuz.

Senaristler çok sağlam bir örgü çıkarmışlardı ortaya. Her şeye burnunu sokan bir karakterin, bir olayın henüz tohumu atıldığında o karakterin ne yapacağını kestiremeseniz bile bir şey yapınca “Tam ona göre davrandı. Tam ondan bekleneni yaptı” gibi izlenimler doğurtacak karakterlerdi. Asla sıradan, gelişigüzel davranmıyorlardı. Çocukluklarındaki travmaların, hayatlarındaki handikapların herkes gibi onların da etkilediği ve bugün ki kişiliklerini biçimlendirdiğini belletiyordu o dizi ustaca. Her kahraman kendine özgü bir kişiliğe sahipti ve sahip olduğu karaktere göre davranıyordu. Ve siz onları, karakterlerini sanki gerçek biriymişlercesine eni konu  tanıyordunuz. Bu çok önemli. Çok ince bir ayrıntı. Gerçeklik duygusunu yaşatan incelikler, detaylar.

Bizim dizilerde, senaristlerimiz ustalıklarını bambaşka bir ağ örerek göstermeye başladı. Gerçekten çok usta, başarılı senaristlerimiz sanırım birbirleri ile tatlı bir yarış içindeler. “Benim dizim seninkine benzemez, bizim dizimiz eski Türk filmlerinden yola çıksa da bugüne ayak uydurur” kaygusu ile çok dönemeçler, sapaklar,  paralel yaşanan beklenmedik gelişmeler ansızın oluveriyor dizilerde.

Şu an, tek bir dizi kalmadı izlediğim. Bir Çocuk Sevdim dizisi de artık bana ilginç gelmiyor. Bunu n nedenlerinden biri heyecanı kaybettiren gelişmeler. Zaten hep izlediğim Japon NHK World kanalını izliyorum. Hiç bilinmedik hayatları, gizli tabiat güzelliklerini, hayat mücadelesi vermiş yaşlı kişileri anlatan TRT’nin belgesel kanallarına da bakıyorum birkaç haftadır.

Kuzey Güney dizisini hiç izlemedim ama izlememek o dizi hakkında fikir sahibi olmamak anlamına asla gelmiyor. Ön tanıtımlar, gazete haberleri hatta özetler yetiyor da artıyor bile fikir sahibi olmaya.
Orada da senaristler usta, kıvrak bir manevra ile zıt kardeşleri, zıt iki kız arasında bıraktı. İki kardeş de aynı duruma düştü sanırım. İki kız arasında kaldı. Önceleri sanki iki kardeş sadece bir kız için gizlice karşı karşıyaydı ama şimdi iki kardeşin de başında iki kız var. Biri yüreklerine diğeri mantıklarına ya da merhamet duygularının getirisi kızlar bunlar.

Ustalık çok takdir edilecek bir şey. Şu ana kadar denenmemiş, sunulmamış konulara sapmak, aklı onlarla meşgul edip bambaşka konular sunmak çok zor.

Bunlar yapılırken, bunların sırf başkalık için yapıldığı hissedilirse büyü bozuluyor. Heyecan kaçıyor. Oyalanmak istediğinizi düşünüyorsunuz. Oysa ben hiçbir diziye oyalanmak için bakmam. Başka ölçütlerim var bir dizi izlemede. Hep yazdım ya. Asi’yi izledim sadece, baştan sona diye. Ve yine yazdım ya onca kavramın harmanlanmış olması, mimariden, tabiattan, kültürden, tarımdan, aile bağlarından, sevdanın hasından ve başka pek çok kavramın Hatay gibi bir altın tepside sunulması, çiftlik gibi bir ortamda yaşanılıyor olması beni çekmişti ve sonrasında da çözülmez bağlarla bağlamıştı.

Bir Asi daha yok. Geldiğimiz nokta bu. Belki yeni Asiler ortaya çıkarmak için onca çaba gösteriliyor, çeşniler katılıyor, umulmadık gelişmeler sunuluyor dizilerde; ama Asi olmak önce doğal olmak, doğal ortamda, bazen eski ev eşyaları arasında bir diziyi sunabilmekti. Sadece son model arabalara değil yağız atlara binip sahilde gezmek; yağmur altında atla dans etmek; koyunların, kuzuların, kazların, tavukların, ördeklerin, çiftlik hayvanlarının, çiftlik, tarla ve kır ortamının arasında içinde olmaktı. Zorlama olmadan, Asi Nehri gibi akıp giden bir dizi olmayı başarabilmekti. Aktı ve gitti dizimiz. Ama bizim gibi barajlarda suları tutuldu. O suların enerjisi şimdi harf harf, kelime kelime bu sayfalarda.
Acemi Demirci, 19.01.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder