3 Kasım 2012 Cumartesi

“Sen gözlerimde bir renk; kulaklarında bir ses ve içimde bir nefes olarak kalacaksın" der bir şarkı.....



“Sen gözlerimde bir renk; kulaklarında bir ses ve içimde bir nefes olarak kalacaksın" der bir şarkı...

Birkaç hafta önceydi.
Karşı odadaki arkadaşım çağırması üzerine oraya geçtim. Oda doluydu. Bir gümüşçü gelmişti ve herkes gümüş yüzüklerin, küpelerin başına üşüşmüştü. Gümüşü sevdiğimi bilir arkadaşım. Ben de bakayım istemişti arkadaşım o yüzden.

Yakutlu, akuamarinli, mercanlı, incili, zümrütlü, kaplan gözlü, kehribarlı, akikli yüzükleri tek tek inceliyorduk. Çok kaptırmıştım kendimi gümüş pırıltısında yüzen taşlara. Çok tanıdık bir müzik geldi kulağıma birden.

Sadece birkaç nota. Tüylerimizi ürperten o beste. Asi çanların çaldığı müzik. Asi sevdanın; nefrete asi başkaldırışın; sevginin önünde uysalca eğilişin müziği.

Hemen arkama döndüm. Sandım ki Hatay Ovası uzanıyor ardımda. Bir çiftlik evine giden yol uzanıyor palmiyelerle gölgelenmiş.

Çiftliğin taş duvarlı bahçe kapısından girince tavuklar  kaçışacak ayaklarımın arasından. Aslan, sert bakışlarıyla çıkıverecek hiç umulmadık bir delikten. Belki burnundan soluyacak.

Neriman balkondan aceleyle İhsan Bey’e seslenecek. İhsan Bey giderayak kendisini oyalayan Neriman’a yılgın ve usanç dolu bir bakış fırlatacak. Neriman istediğini bulamamış bir yüz ifadesiyle geri çekilirken lastik çizmeli kızını görecek tarladan dönen. Hemen ona laf yetiştirecek çamurlu çizmeleriyle içeri dalmaması için. Asi onu duymayacak bile. Salonun ortasına kadar gelecek lastik çizmelerinden çamur döke döke.

Odasının duvarının dibinde gön çizmeleriyle kırılgan duruşlu, kırık gülüşlü Defne, Kerim’e gizlice mesaj atacak. İçli Melek, çiftliklerinin balkonunda teyzesiyle oturuyor olacak. Demir, çelik gibi soğuk bakışlarının ardına gizleyecek ne derin bir sevda çektiğini. Ökkeş her zamanki gibi sadık ve saygılı haliyle bir köşede bir işin ucundan tutuyor olacak.

Fatma Anne, mutfakta Hatay yemekleri yapıyor olacak harıl harıl. Pişirdiği içli köftelerden, böreklerden aşırmak isteyenlerin ellerine şap diye vuracak kaşlarını çatarak.

Cemal Ağa’nın otomobili duracak Kozcular çiftliğinde. Bastonuna yaslanarak inecek ağa. Başını sallaya sallaya. Kısık gözleriyle derinden hesaplar yaparak. Gülerek de aynı zamanda.

Artık giderek İhsan’laşan Ziya, tarlaların başında sulama motorunun arızasını gidermeye çalışacak. Ziya, ikinci bir İhsan Bey olma yolundayken evin küçük kızının çaldığı gitarın sesi odadan dışarı taşacak; Dalları bastı kiraz…

Dönüp baktığımda alt katlardan bir arkadaşı gördüm. Çalan cep telefonuna cevap veriyordu. Sadece “Asi’nin müziği” diyebildim. “Evet” dedi. Gözlerinde nasıl bir değişim olduğunu gördüm o eveti duyarken. Bir şeyler çaktı, söndü, parladı göz bebeklerinde. Belli ki aynı izlenimleri edinmiş; aynı etkileşime kapılıp asisever olarak kalmıştı tıpkı bizler gibi. Belki buradan birisiydi. İçimizden biriydi.

Bunu soramadım. Ne de olsa burası bir işyeri. Bir insanı tanıdığınızı sansanız da tanımadığınız çok yönüne açılan hiçbir olan pencere olmayan tek pencereli bir yer burası. İnsanları sadece belli bir pencereden; sadece belli saatler içinde; belli kurallara uyarken ve kendini değil çalışanı oynarken gördüğünüz, bildiğiniz yer. Yani tanıdım sanıp da aslında belki de hiç tanımadığınız yer.

O yüzden Asi’den uzun uzun bahsedemedim kalabalığın ortasında. Ama onunla bir yerlerde karşılaşacağız bu koca binada. O zaman konu mutlaka ASİ’ye gelecek bir punduna gelip.

Sadece birkaç nota. Sadece çok bildik birkaç ses. Mısır tarlalarını, lastik çizmeleri, tarlada uyumaları, ağıllarda sabahlamayı, ağlamaktan uyuyamayan kızları, kuzuları, atları, yağmuru, kuraklığı, aile bağlarını, tersine akmayı anlatan birkaç ses. Ve o sesin ardından gözlerde birdenbire beliren farklı bir ışıltı. Bambaşka bir ifade. Asi dizisini izledikten sonra işte yaşamak böyle bir şey oluyor.
Acemi Demirci, 20.07.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder