Asi sayfalarından esen bir rüzgarın selam geçişiyle
merhabalar,
Asi sayfalarında da yazmıştım ben Asi dizisini o
çiftlik, kır, bozulmamış dostluk ilişkileri, aile bağları erdemli ,
kirletilmemiş bir sevgi ki kimileyin Asi Nehri gibi tersine akmıştı, için çok
sevdim. Sadece Asi ve Demir’i oynayan
oyunculardan oluşmadı bu dizi benim gözümde. Ama o oyuncular kadar da o rollere
gidecek kimseleri bulamazlardı zaten.
Ne daha önce öylesini seyrettiğim ne de sonrasında
rastlamadığım, içe işleyen, can evinden yakalayan, oyundaki duygunun dizi
dışına çıkıp duyumsandığı Asi dizisini tüm oyuncularıyla, sevdim sadece Asi ve
Demir için değil. Coğrafyasıyla,
dekoruyla her şeyiyle “Harika” dedim. Hele hele gözlerimiz o muhteşem çiftliklerin,
konakların, yüksek duvarlar ardına gizlenmiş Antakya evlerinin mimari detaylarında gezindikten, görsel şölenin en olağanüstülüklerini doya
doya seyrettikten sonra bugün burada
bitmiş bu dizinin bitmemiş tutkusunu hep taşıyacaklardan biri oldum.
İnce dökümlü
kumaşlardan tiril tiril, çiçekli desenli elbiseler giymiş çiftlik kızları ve
kadınlarını seyrederken, pantolona
bürünmüş, iş hayatı içinde hatta üniforma bile giyen, üniformayı resmi olarak
giymese bile kendimizce bir tür üniformalar uydurduğumuz gerçek hayatlarımıza
bize bir kadının aslında öteden beri hep alışılmış ve yakınlarda terk edilmiş
giyim tarzını hatırladık. Sadece hatırlamadık aslında böyle giysileri nasıl da
severmişiz, nasıl da özlemişiz onları da fark ettik.
Asi ile
aslında yitirdiklerimizi, yitirmekte olduklarımızı da anımsamıştık. Yani
diyorum ki doğayı, kibrit kutusu bloklar arasında yaşarken göremediğimiz
mimariyi, mimari incelikleri, taş işçiliğini, avlulu evleri, gelenekleri, bağ
bahçe içinde yaşayıp ceviz ağacı altında,
huş ağacı altında, akçaağaç altında, ıhlamur altında oturup serinlemeyi; rüzgar ağaç ardan süzülüp yüzümüzü okşarken
biz de ruhları okşayıcı sözlerle sohbet etmeyi artık yaşayamadığımızdan olacak
unutmuşuz. İşte bunları unuttuğumuza çok içerledik.
Asi’nin hazır giyime alışmış bizlere, terzide
diktirilen, kumaşı giyen tarafından beğenilip seçilen giysileri içindeki
kadınlar daha anaç, daha bir başkaydı.
insanı daha insanca ve kendi doğasında gösteriyordu bu bol, dökümlü,
efil efil esintide etekleri oynaşan çekçek desenli, yakası su taşlı giysiler.
Neredeyse çoğu birbirine benzeyen kumaş ve desenlerden dikilmiş hazır giysiler
içinde de elbette bizler kesinlikle
insan gibi duruyoruz ancak insani sıcaklığı o ev dokunuşunu, kadının kadınca
doğasını, o kır çiçek, çayır çimen, dağ bayır
görüp, onların içinde dolanmış olmanın; itirafı anlamına gelen çiçekli,
dökümlü giysilerden biraz da moda
akımları yüzünden uzağız şimdi. Şimdi
çoklukla geometrik desenler, ekoseler, çizgili desenler seçiliyor giysilerde.
Nasıl böylesi seçilmesin ki uzun bloklara, uzayıp giden yollara bakarak
yaşarken. Oysa kırda, bayırda, alim düğmeleri, gelincikler, papatyalar, turp
tepeleri, kantaron çiçekleri, çiğdemler, yabani zambaklar arasında gezerken insanlar giysilerinde ara
sıra geometrik desenleri seçse de daha çok çiçekli, yapraklı, allı güllü
desenler seçecektir.
O nefis taş işçiliğin alabildiğine işlendiği
muhteşem ama bir o kadar da sade Kozcuoğlu çiftlik evinin teras sefaları unutulabilir mi? Rüzgarın terasın köşelerinde
gezerken terasta alabildiğine uzanan
yemyeşil tarlalarını seyreden ev halkını serinletmesine Hatay güneşi altında terasta içilen çaylar da
yardımcı olmuyor muydu? Geceleri çiftlik duvarına oturup dertleşen Aslan da
dahil dördü kız beş kardeşin konuşmaları bugünün kardeşsiz tek çocuklarının
ütopyası olacak cinstendi.
Yağız atla gezintiler, esintili sahil buluşmaları,
rüzgarda eğilen yemyeşil maydanoz tarlaları, Hatay yemekleri, Hatay’ın dar
sokakları, eskimiş ama eskidikçe güzelleşmiş taş evleriyle çok sevmiştim
Asi’nin yaşandığı mekanları. Hepimiz çok sevmiştik iyi biliyorum. O noktada da
buluştuk zaten.
Biz bunları tekrar Asi ile yakaladık. Çok da sıkı tuttuk tutmasına ama sadece bizim
sıkı tutmamız yetmedi.
Asi’yi
oynayan Tuba Büyüküstün’ü de sevdik ama ben en çok Asi’yi, o karakteri sevdim.
Elbette Tuba Büyüküstün’ün asice dökülen saçları, kalın kaşlarıyla yüzüne düşen
doğallık onu çok kolay benimsememize fırsat verdi. Güney’in zengin ve okumuş
çiftlik ağasının torunu hem de kızı daha İstanbul’u görmemişti. Onun bu anları
açık yüreklilikle söyleme içtenliğini ama bazen yersiz bulsak da gururunu
sevmişti. Asi böyleydi iste. Tuba Büyüküstün Asi’ye benzer mi benzemez mi
ilgilenmedik. Biz Asimizi sevdik. Asi dizisini tümden sevdik.
Has deriden çapraz takılan çantalar, gönden
çizmeler, diz altında biten bol etek pantolonlarla çağdaş Scarlett O ‘Hara
olarak tanımladı ben Asi’yi Asi
forumlarda.
Rüzgar Gibi Geçti bir kitap adıydı evvelce benim
için sadece.
Scarlett O’Hara, yedi yüz sayfalık bir romanın kahramanıydı.
O romanın filmi diğer filmlerin en az iki katıydı. Üç saatlik bir filmdi ve hiç
bir televizyon kanalı o filmi tek kerede gösteremedi. İki bölüm halinde iki
seferde gösterdiler. Bizim çağdaş Scarlett O’Hara’lı dizimizden biz böyle bir
sürüp gidiş beklesek de bizim dizimiz gerçekten rüzgar gibi geçti.
gördük.
Bizim Asi dizisi bitti.
Dizideki Asimiz el oldu gitti.
O artık Hasret sonra başka biri olacak.
Benim hep çağdaş Scarlett O’Hara olarak tanımladığım
Asi öyle bir rüzgar hızıyla geçse de biz geçmiyoruz o hızla. O hızla hala Asi
sayfalarında esiyoruz.
Acemi Demirci
13.05.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder