Gerçeklik duygusu için diziler,
çekildiği yerin kültürüne uygun olmalı.
“Bir yerin kültürünü bilmiyorsan orada,
ora ile ilgili bir film çelmeyeceksin kardeşim” derdi herhalde eskilerin,
eskinin değerini bilenlerinden biri olsaydı yerimde. Ben de “Çok doğru söylüyor
“ derdim.
Bir yerde film/dizi çekmek için oralı
olmak ne büyük şans; ancak oralı olmak çoklukla mümkün olamayacağına göre en
azından ora kültürünü araştırmış, öğrenmiş olmak gerekmez mi? O kültüre aykırı
kaçacak ögeleri o filme/diziye cömertçe serpiştirmiş olmamak gerek.
ASİ, müthişti. ASİ fenomendi; hala öyle.
ASİ, GERÇEKLİK DUYGUSU hormonunun en içe işleyenini salgılayan tek diziydi.
Çünkü ASİ dizisi Hataylıydı ve Hataylı bir yapımcısı vardı. Tomris Giritlioğlu.
Bakmayın soyadına. Kendisi Hataylı. Hepten biliyoruz artık hepimiz ASİ’nin
künyesini. Hem de ezbere.
Bir Hataylı, Bir Hatay sevdasını,
Hatay’da, Hatay kültürüyle, Hatay doğası içinde, Hatay mimari dokusunda, Hatay
çiftliklerinde, sahillerinde, Hatay yemekleriyle kurulu masa başlarında
anlatırsa, o dizi ASİ olur. Asi de olur. Yani hem ASİ dizisi olur hem de
isyankar ASİ olur. Dizi ASİ olur, fenomen olarak. İsyankar ASİ olur, gerçeklik
duygusu verilmemesine ASİ olarak. O yüzden alabildiğine duyumsatır gerçekliği.
Sanki gerçek bir Kozcuoğlu ailesi varmış da gerçekten 300 yıldır Kozcuoğlu
derler bir çiftlikte yaşarmış gibi; her kahraman Kozcuoğlu ailesinin gerçek
birer ferdiymiş gibi. Sanki eskilerin kaçakçısı sonraların hatırlı zengini
Cemal Ağa ki sözü geçer, parasının
pulunun, tarlasının hesabı bilinmez oraların has ağasıymış gibi.
Benim ailem Kapadokyalıdır. İç
Anadolulu. Kapadokya, güzel atların diyarı demek. Bir de renkli gözlü insanları
çoktur oranın, kara gözlü insanların
yanında. Kumral ve sarışın pek çoktur. Çoğu renkli gözlüdür. Benim anne babam
tarafının çoğu gibi ben de.
Kapadokya, ataerkil bir düzen içinde
yaşamaz. Eski Türk adetlerine uygun olarak kadın, HATUN’dur. Sözü geçer. Fikri
alınır. Tek eşlidir oralılar, ta eskiden beri. Kuma filan bilinmez oralarda,
öyle şeyler sadece filmlerde olur sanılır. Belki çocuk sorunu olduysa bir
ailede, eskilerde olmuş olabilir. Belli isimler sık kullanılır Mehmet gibi,
Ahmet gibi, Ayşe gibi, Hatice gibi. Ama Kapadokya’da geçen, belki de orada
çekilen ilk dizi olan eski, bitmiş asmalı bir dizide olduğu gibi Ankara
zeybeği/efesi anlamına gelen Seymen adı oraya özgü değildir; o ad yoktur da
kimsede. Ancak, filmlerden, dizilerden duydukları adlar; sanatçıların çocuklarına koyduğu isimler ya
da gazeteden gördükleri, beğendikleri kişilerin adları şimdilerde
Kapadokyalılar’ı çok etkiliyor, bu adları veriyorlar çocuklarına.
Kapadokya’yı anlatıyorsanız üzüm, bağ
kültürü içinde anlatacaksınız. Bağ, bağ evleri orada herkesin yaşadığı ya da
vaktiyle yaşamış olduğu bir olgudur. Asması vardır en azından her evin,
balkonlara tırmanan. Bir de oranın kendine özgü cins üzümleri vardır. Onlar da
gözükmeli dizide. En başta Aşeri üzümü. Asma yaprakları toplanır ve basılır
orada, sarılmak üzere. Annem hep yapar bunu. Oradan da toplar, yazın Çeşme’den
de.
Ora düğünlerinde şerbet adeti vardır.
Süslenmiş tepsinin üzeri, süslenmiş yaldızlı, boyalı bardaklarla, şerbetlerle
donatılır. Bu adeti henüz orada çekilen dizilerde göremedim. Rastlamamış da olabilirim.
Oraya özgüdür bazı deyişler, sözcükler. O sözcükleri Kapadokya dizisine
serpiştirmezseniz eğer, dizinin ayakları
yere sağlam basamaz. Ayakta durmak için “dinelmek”, sırta çocuk almak için
“dalıma çık”, yan, bağır için “döş”, ne yapıyorsun yerine “N’örüyon” gibi.
Halılar, Taşpınar halısı olacak bir
kere. Dünyaca bilinen halısıdır Kapadokya’nın, Taşpınar halıları. Artık ne
yazık ki sadece turistler alıyor Taşpınar halısını. Kapadokyalılar’ın bile
evlerinde reklamını şarkıcıların yaptığı fabrika halıları var. Desenleri
konuşmayan. El dokuması, kök boyalı Taşpınar halılarını bazen yabancı filmlerde
ya da İstanbul konaklarında çekilen dizilerde görünce çok seviniyorum. Ben de
alışamadım fabrika halılarına.
Bildiğim, gördüğüm en büyük aşklardan
biridir babaannem Sare ile dedem Nafiz’in aşkı. Babaannem Demirci sülalesinden.
Demirci Ağa’nın kızı. Dedem, ağa oğlu değil ama oradaki ikinci büyük aileden.
Evlenmişler. Çok da severlerdi birbirlerini. Hep gözgözeydiler. Nur içinde
yatsınlar.
Babaannemin, üç kez ikizleri olmuş üst
üste, birbiri peşi sıra. Gerçi torunları hiç ona çekmemiş; ama babaannem her
konuda çok özeldi. Çok akıllıydı, idareciydi, kaşla göz arasında çömlekte
fasulyeyi tandıra sürer, yufka açar, onu oklavada büzer, tepsiye dizer, üzerine
ceviz serper, bu arada o pişerken kestirmesini hazırlar ve piştikten sonra da
üzerine kestirmesini dökerdi. Kıtır kıtır o baklavamsı tatlıyı yemeye
doyamazdım. Onca gelinin her biri ile iyiydi arası. Dayak yiyen kadınları
görünce Nafiz dedem çok üzülür, Sare babaanneme “daha bir fiske vurmadığını”
söylerdi. Fiske vurmak, tokat atmak demektir Kapadokya’da.”
Ben lisedeyken bile onca çocukları,
torunları olan babaannem ile dedemin baş
başa kalıp, kuytuda sessizce konuşmalarını izlemeye doyamazdım. Hala baş başa
kalmayı, hala konuşmayı seven eşti onlar. Zaten ayrılıkları da çok sürmedi.
Doksanına doğru göçen babaannemin ardından altı ay geçmeden dedem de vefat
etti.
Ben, orada büyümesem de, orada en
azından tatil amaçlı da olsa yaşadım;
gördüm. Köküm orada. Ora kültürü, İstanbul’dan gelme dizi yapımcılarınca
anlatılanlara hiç benzemiyor çoğu kez. Ne Hint işi süsler olur taş duvarlarda
ne Denizli işi perde. Gerçi benim evimde Çeşme pazarından alınma Buldan keteni
perdeler var ucu kanaviçe işlemeli. Ama benim evim Ankara bloglarından birinde.
Yani, bir dizi nerede geçiyorsa oranın
adetine; yemek, sofra kültürüne; geleneklerine uymadıkça iğreti duruyor, aykırı
kaçıyor. Künefe, Hatay yemeğidir, şimdi onu Kapadokya dizisine dahil etseniz
olur mu? Ama mantı, borani, yaprak sarması, kalbura bastı, katmer, çörek
türleri, tandırda pişen çömlekte fasulye ki internette ne yazık ki ondan
Toskana usulü diye bahsediyorlar, çömlekte peynir ki çörekotludur, göğermişi,
itimişi yani yeyince dişlerin dibini kaşındıranı makbuldür, çarşıda pazarda
satılmaz, yapılması Mayıs ayı içindedir ve çok zahmetlidir, olgunlaşması ayları
alır, kışın yenilir ve böyle bir lezzet dünyanın hiçbir yerinde bulunmaz,
Hollanda’dan getirdiğimiz onca peynir bu lezzetin önünde saygıdan eridi; diğer
hamur işleri; yemek türleri ve tatlılar orada çekilen dizilerde sofralarda yer
almadıkça; odalar Taşpınar halısı ile
döşenmedikçe o dizi sadece Kapadokya
dekorunda geçer, o kadar. Yani ruhsuz olur. Kapadokya’da çekilmiş olmakla
kalır, Kapadokya’nın dizisi olamaz.
Yer Gök Aşk diye bir dizi var.
Kapadokya’da geçtiği için eğer oynadığı günü hatırlarsam mutlaka beş on dakika
bakarım memleket görüntülerine. O dizi, orayla çok özdeşleşmiş sanki. Gerçi
dekor oteli andırsa ve muhtemelen otel olsa da, oranın zenginlerinin evlerine
benzemese de oyuncuların samimiyeti o diziyi benimsetiyor yine de. Oyuncular
sanki gerçek birer Kapadokyalı olmuş gibi görünüyor. Biraz da ora yemeklerini
ansalar keşke. Taşpınar halısı serseler yerlere.
Şimdi, ASİ’yi Asi yapan, sağlam sağlam sarındığı dala
tutunduran etkenlerin başında GERÇEKLİK DUYGUSU vardı. O duygu ne kadar
önemsenmişse bir dizide; o dizi o kadar önemsenmeye değiyor.
Acemi Demirci, 23.12.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder