3 Kasım 2012 Cumartesi

Gerçeklik duygusu için diziler, çekildiği yerin kültürüne uygun olmalı.


Gerçeklik duygusu için diziler, çekildiği yerin kültürüne uygun olmalı.
“Bir yerin kültürünü bilmiyorsan orada, ora ile ilgili bir film çelmeyeceksin kardeşim” derdi herhalde eskilerin, eskinin değerini bilenlerinden biri olsaydı yerimde. Ben de “Çok doğru söylüyor “ derdim.

Bir yerde film/dizi çekmek için oralı olmak ne büyük şans; ancak oralı olmak çoklukla mümkün olamayacağına göre en azından ora kültürünü araştırmış, öğrenmiş olmak gerekmez mi? O kültüre aykırı kaçacak ögeleri o filme/diziye cömertçe serpiştirmiş olmamak gerek.
ASİ, müthişti. ASİ fenomendi; hala öyle. ASİ, GERÇEKLİK DUYGUSU hormonunun en içe işleyenini salgılayan tek diziydi. Çünkü ASİ dizisi Hataylıydı ve Hataylı bir yapımcısı vardı. Tomris Giritlioğlu. Bakmayın soyadına. Kendisi Hataylı. Hepten biliyoruz artık hepimiz ASİ’nin künyesini. Hem de ezbere.
Bir Hataylı, Bir Hatay sevdasını, Hatay’da, Hatay kültürüyle, Hatay doğası içinde, Hatay mimari dokusunda, Hatay çiftliklerinde, sahillerinde, Hatay yemekleriyle kurulu masa başlarında anlatırsa, o dizi ASİ olur. Asi de olur. Yani hem ASİ dizisi olur hem de isyankar ASİ olur. Dizi ASİ olur, fenomen olarak. İsyankar ASİ olur, gerçeklik duygusu verilmemesine ASİ olarak. O yüzden alabildiğine duyumsatır gerçekliği. Sanki gerçek bir Kozcuoğlu ailesi varmış da gerçekten 300 yıldır Kozcuoğlu derler bir çiftlikte yaşarmış gibi; her kahraman Kozcuoğlu ailesinin gerçek birer ferdiymiş gibi. Sanki eskilerin kaçakçısı sonraların hatırlı zengini Cemal Ağa  ki sözü geçer, parasının pulunun, tarlasının hesabı bilinmez oraların has  ağasıymış gibi.

Benim ailem Kapadokyalıdır. İç Anadolulu. Kapadokya, güzel atların diyarı demek. Bir de renkli gözlü insanları çoktur oranın,  kara gözlü insanların yanında. Kumral ve sarışın pek çoktur. Çoğu renkli gözlüdür. Benim anne babam tarafının çoğu gibi ben de.
Kapadokya, ataerkil bir düzen içinde yaşamaz. Eski Türk adetlerine uygun olarak kadın, HATUN’dur. Sözü geçer. Fikri alınır. Tek eşlidir oralılar, ta eskiden beri. Kuma filan bilinmez oralarda, öyle şeyler sadece filmlerde olur sanılır. Belki çocuk sorunu olduysa bir ailede, eskilerde olmuş olabilir. Belli isimler sık kullanılır Mehmet gibi, Ahmet gibi, Ayşe gibi, Hatice gibi. Ama Kapadokya’da geçen, belki de orada çekilen ilk dizi olan eski, bitmiş asmalı bir dizide olduğu gibi Ankara zeybeği/efesi anlamına gelen Seymen adı oraya özgü değildir; o ad yoktur da kimsede. Ancak, filmlerden, dizilerden duydukları adlar;  sanatçıların çocuklarına koyduğu isimler ya da gazeteden gördükleri, beğendikleri kişilerin adları şimdilerde Kapadokyalılar’ı çok etkiliyor, bu adları veriyorlar çocuklarına.

Kapadokya’yı anlatıyorsanız üzüm, bağ kültürü içinde anlatacaksınız. Bağ, bağ evleri orada herkesin yaşadığı ya da vaktiyle yaşamış olduğu bir olgudur. Asması vardır en azından her evin, balkonlara tırmanan. Bir de oranın kendine özgü cins üzümleri vardır. Onlar da gözükmeli dizide. En başta Aşeri üzümü. Asma yaprakları toplanır ve basılır orada, sarılmak üzere. Annem hep yapar bunu. Oradan da toplar, yazın Çeşme’den de.

Ora düğünlerinde şerbet adeti vardır. Süslenmiş tepsinin üzeri, süslenmiş yaldızlı, boyalı bardaklarla, şerbetlerle donatılır. Bu adeti henüz orada çekilen dizilerde göremedim. Rastlamamış da olabilirim. Oraya özgüdür bazı deyişler, sözcükler. O sözcükleri Kapadokya dizisine serpiştirmezseniz eğer,  dizinin ayakları yere sağlam basamaz. Ayakta durmak için “dinelmek”, sırta çocuk almak için “dalıma çık”, yan, bağır için “döş”, ne yapıyorsun yerine “N’örüyon” gibi.

Halılar, Taşpınar halısı olacak bir kere. Dünyaca bilinen halısıdır Kapadokya’nın, Taşpınar halıları. Artık ne yazık ki sadece turistler alıyor Taşpınar halısını. Kapadokyalılar’ın bile evlerinde reklamını şarkıcıların yaptığı fabrika halıları var. Desenleri konuşmayan. El dokuması, kök boyalı Taşpınar halılarını bazen yabancı filmlerde ya da İstanbul konaklarında çekilen dizilerde görünce çok seviniyorum. Ben de alışamadım fabrika halılarına.
Bildiğim, gördüğüm en büyük aşklardan biridir babaannem Sare ile dedem Nafiz’in aşkı. Babaannem Demirci sülalesinden. Demirci Ağa’nın kızı. Dedem, ağa oğlu değil ama oradaki ikinci büyük aileden. Evlenmişler. Çok da severlerdi birbirlerini. Hep gözgözeydiler. Nur içinde yatsınlar.

Babaannemin, üç kez ikizleri olmuş üst üste, birbiri peşi sıra. Gerçi torunları hiç ona çekmemiş; ama babaannem her konuda çok özeldi. Çok akıllıydı, idareciydi, kaşla göz arasında çömlekte fasulyeyi tandıra sürer, yufka açar, onu oklavada büzer, tepsiye dizer, üzerine ceviz serper, bu arada o pişerken kestirmesini hazırlar ve piştikten sonra da üzerine kestirmesini dökerdi. Kıtır kıtır o baklavamsı tatlıyı yemeye doyamazdım. Onca gelinin her biri ile iyiydi arası. Dayak yiyen kadınları görünce Nafiz dedem çok üzülür, Sare babaanneme “daha bir fiske vurmadığını” söylerdi. Fiske vurmak, tokat atmak demektir Kapadokya’da.”                                                                                                                                    

Ben lisedeyken bile onca çocukları, torunları olan babaannem ile dedemin  baş başa kalıp, kuytuda sessizce konuşmalarını izlemeye doyamazdım. Hala baş başa kalmayı, hala konuşmayı seven eşti onlar. Zaten ayrılıkları da çok sürmedi. Doksanına doğru göçen babaannemin ardından altı ay geçmeden dedem de vefat etti.

Ben, orada büyümesem de, orada en azından tatil amaçlı da olsa yaşadım;  gördüm. Köküm orada. Ora kültürü, İstanbul’dan gelme dizi yapımcılarınca anlatılanlara hiç benzemiyor çoğu kez. Ne Hint işi süsler olur taş duvarlarda ne Denizli işi perde. Gerçi benim evimde Çeşme pazarından alınma Buldan keteni perdeler var ucu kanaviçe işlemeli. Ama benim evim Ankara bloglarından birinde.
Yani, bir dizi nerede geçiyorsa oranın adetine; yemek, sofra kültürüne; geleneklerine uymadıkça iğreti duruyor, aykırı kaçıyor. Künefe, Hatay yemeğidir, şimdi onu Kapadokya dizisine dahil etseniz olur mu? Ama mantı, borani, yaprak sarması, kalbura bastı, katmer, çörek türleri, tandırda pişen çömlekte fasulye ki internette ne yazık ki ondan Toskana usulü diye bahsediyorlar, çömlekte peynir ki çörekotludur, göğermişi, itimişi yani yeyince dişlerin dibini kaşındıranı makbuldür, çarşıda pazarda satılmaz, yapılması Mayıs ayı içindedir ve çok zahmetlidir, olgunlaşması ayları alır, kışın yenilir ve böyle bir lezzet dünyanın hiçbir yerinde bulunmaz, Hollanda’dan getirdiğimiz onca peynir bu lezzetin önünde saygıdan eridi; diğer hamur işleri; yemek türleri ve tatlılar orada çekilen dizilerde sofralarda yer almadıkça;  odalar Taşpınar halısı ile döşenmedikçe  o dizi sadece Kapadokya dekorunda geçer, o kadar. Yani ruhsuz olur. Kapadokya’da çekilmiş olmakla kalır, Kapadokya’nın dizisi olamaz.

Yer Gök Aşk diye bir dizi var. Kapadokya’da geçtiği için eğer oynadığı günü hatırlarsam mutlaka beş on dakika bakarım memleket görüntülerine. O dizi, orayla çok özdeşleşmiş sanki. Gerçi dekor oteli andırsa ve muhtemelen otel olsa da, oranın zenginlerinin evlerine benzemese de oyuncuların samimiyeti o diziyi benimsetiyor yine de. Oyuncular sanki gerçek birer Kapadokyalı olmuş gibi görünüyor. Biraz da ora yemeklerini ansalar keşke. Taşpınar halısı serseler yerlere.

Şimdi, ASİ’yi  Asi yapan, sağlam sağlam sarındığı dala tutunduran etkenlerin başında GERÇEKLİK DUYGUSU vardı. O duygu ne kadar önemsenmişse bir dizide; o dizi o kadar önemsenmeye değiyor.
Acemi Demirci, 23.12.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder