O bir dizi sadece ama nelere kadir nelere. Hani
bizim Asi.
Nasıl bir çöpmüş, sopaymış meğer. Çöp dediysek
çerden çöpten anlamında değil. Hani içimizdeki durgun suyu karıştıran değnek. Hani
suya sokulup şöyle bir suyun içinde gezdirilince dipteki neleri neleri yüzeye
çıkaran değnek. Sihirli değnek yani. O ASİ’nin ta kendisi.
Sadece bir dizi izleyene kadar içimizdeki sessiz
suyu hiç böyle karıştıran bir sopa olmuş muydu? Olsaydı eğer ASİ bizim için bu
denli önemli olur muydu? Hani şair der ya; Orhan Veli. Anlatamıyorum adlı
şiirinde;
“Bilmezdim kelimelerin kifayetsiz olduğunu” diye. ASİ’ye kadar ki kelimeler
kifayetsizmiş. Laf salatasıymış hatta. Karmaşık, uzadıkça uzayan. Sadeliğe hiç
uğramamış. Ne ayna olup yansıtabilmiş özlemleri, onca beklenilenleri ne de
yeterli olmuş.
Bizim kelimelerimiz ASİ’de saklı imiş. Orada yansımışız. Sözcüğümüz de aynamız
da bir dizideymiş, diziymiş. Sapsade bir hayatın doğallığı ve dinginliğinde
saklıymış aradıklarımız. Oysa sadelik basittir, yalındır. Biz hep karmaşayla
boğuşurken o basit mi basit, sade mi sade yalın güzelliği görmemişiz bile. Y a
da göz ardı etmişiz.
Belki anlatamadığımız, bilmediğimiz yönlerimizi
hatta kifayetsiz yani yetersiz duruma düştüğümüz hallerimizi bize yansıtan
aynamız olmuş ASİ. Sihirli değnekti ya ASİ; tutup bir de sihirli ayna olmuş.
Öyle şıkır şıkır giyinip kuşanıp en kusursuz
hallerimizi değil en yalın hallerimizi, özlemlerimizi, nerelerde tükendiğimiz,
nerelerde parladığımız, kendimizi nasıl ve ne kadar bildiğimiz, nasıl bilinir
gözükürken aslında içimizde nasıl da başka şeyler yattığını gördük. Kader işte
deyip yeteneklerimiz, yatkınlıklarımızla çok uzaklaştığımızı, işlerimizin
apayrı dallarda olduğunu ve hiçbir yetkinliğimizin o alanda gerekli olmadığını
gördük. Bunu da doğal kabullendik. Çünkü hemen herkes bunu yaşıyor.
Yani araç kredisi ile aldığımız gıcır gıcır
arabalarımız yandaki pahalı arabalara sürtecek ya da bir dikkatsiz sürücü bizim
o güzel arabamızı çizebilir kaygusunu taşırken aslında araba kullanmanın yanı
sıra at sürmek ya da traktör başında olmak isteyebileceğimizi hiç akıl etmedik.
Nasıl yalıtılmış ve metropollü tarzda yaşarken nasıl bir dinmez çiftçi ruhu
taşıdığımız, nasıl dinmez bir ova , kır, dağ tepe özlemi çektiğimizi unutmuşken
ASİ bunu yüzümüze vurdu en sıcak güney esintileriyle, en içten sözcüklerle, en
arı bakışlar, sevgilerle.
Bozulmamışlığın, arılığın, naifliğin güzelliğini göz
ardı ederken birdenbire bunların gözlerimizin önüne tüm varlığıyla gelişiyle
içimizde bir yerlere tıkıp tıkıştırıp seslerini duymazdan geldiğimiz o
kavramları hatırladık, irdeleyerek.İyi ki hatırladık hem.
Bazen tam yanı başımızdakinin çok uzaklardakinden
daha yeğ olduğunu ve yanı başımızdakilerle yetinmenin ne mutluluk olduğunu fark
ettik ASİ’ye’nin küçük dünyasında. Mutluluk ille de büyük, koskocaman
dünyalarda olmazmış. Küçük dünyalarda koskocaman mutluluklar sunarmış.
Görmekten haz aldık bu gerçeği.
Hatay sınırları ile çevrili, çiftlik toprakları
büyüklüğünde, tarlada, çayırda geçen hayatıyla silkindik bulvarlar katedip
gelerek oturduğumuz evimizin koltuğunda, televizyon başında.
Biz ASİ’de biraz da kaybettiklerimizi gördük.
Olamadığımız biz’i gördük. Belki bir zamanlar elimizde olan, avucumuzdan
isteyerek ya da günün, hayatın, geçim derdinin zoruyla kaymış ve uzaklaşmış,
güneşte kurutulmuş yani nostaljik anların anısına döndük. O anların ya da o
hayatların kıymetini anladık.
Evet büyük yerlerin insanları olduk. Küçük yerlerden
koptuk. Evet, kalabalığın milyonlarca ögesinden biri olduk. Azlıkta değiliz.
Ama o büyük ve kalabalık ortamlarda küçük hayatlara sahip olduk. Bir evin
metrekaresi kadar küçük bir hayata.
Bahçesiz, tarlasız, ayakları toprağa değmeyen,
başının üstünde kuyruk kakanların maske takmış gibi kalın bantlı gözleriyle
bizi gözetleyerek dalına konduğu, sırtımızı dayayıp oturacak bir ağacın
olmadığı hayatın içinde olduğumuz birdenbire fark ediverdik.
Hedeflediklerimize ulaştık belki ama, geride
bıraktıklarımızı hem de nasıl özledik.
Acemi Demirci, 16.09.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder