AS'tı. ASIL'dı. ASİL'di.ASLİ idi.
Çünkü ASİ'ydi.
Ekim ayıydı. Sene 2007. Herhangi bir
günün, her hangi bir akşamıydı. Bir ses duyduk. Önceki Hiçbir sese benzemeyen
bir ses. İnliyor desem değil, çağlıyor desem değil. Seranad değil, sonat değil.
Olsa olsa bir ASİ türkü.
Pat diye evimize dalan, ta güneylerden
kopup gelmiş yeşillikler içinde, rüzgarlı, tarlalı, güzel mi güzel genç bir
kızlı o büyülü görüntüleri karşısında mıhlandık.
Yağmur tanesiydi o ilk ses, o ilk
görüntüler; her bir gönüle çiğ olarak düştü. Bağ eteklerindeki ovalardan bin
bir bereketli tohumdu. Düştüğü yer yeşerdi. Bir de kök saldı ki. Sessizce,
bağırıp çağırmadan. Hatta görmezden bile gelinerek çok kimsece.
Sadece bittiği toprakların fidesi
olmadı. Her kıtada, her kültürde aynı şeklide sevildi. Sevildi; çünkü sevgiye
methiyeydi kendisi.
Bazen öyle olur ki iki kardeş bile
hemfikir olamaz bir konuda. Ama bu konuda herkes hemfikir oldu. Onu sevmede.
Onu izlemede. Belki herkes başka başka nedenlerle sevdi ASİ'yi; ama bu, şu
denekti. ASİ, herkese o herkesin kendi diliyle seslendi. Sevgi isteyene sevgi
diliyle, toprak isteyene toprak diliyle.
Benim dilim ziraat lehçesindendi.
Çiftlik, tarla tapan, ekin dilindendi. Katıksız, erdemli sevgi, mimari,
alabildiğine kültür, tarım, bitki, aile bağları, kadına en yakışanından
çiçeklisinden tiril tiril kumaşlardan giysiler, gönden çapraz takılan çantalar,
taş çiftliğin çiftlik dekorunun sıcaklığı, horoz ötüşü, ördeklerin paytak
gezişiydi. Bana seslenen dil. Nehir olmasıydı bir şehirde. Kenarında yürünen. Üstünde
taş köprüler olan. Betondan bıkmış, mimari incelik haretiyle dolu gözlerime
hitap eden dildi bu. İşçilikli, özenli yaşanılası yerlerin resim gibi güzel
görüntüleri. Şiir gibi güzel çiftlik. En hasından bahçeler. Ailenin bağı.
Sevginin erdemlisi. Üçüncü kişi sokulmamışı..
Gizli köşelerin hala bulunabilmesiydi
ASİ'nin bin bir sihrinden biri. Ağaç altlarında oturabilmekti.
O aile bağlarının Hiçbir densiz kılıcın
kördüğüm bir sıkılıkla düğümlenip, kimselerce çözülemeyecek denli güçlü
kenetlenmiş olmasıydı.
O sadeliğin içindeki alabildiğine
görkemdi bizi mıhlayan efsunlardan biri. Tozlu yollu çiftlikteki ihtişam,
lastik çizmedeki çamurlu şıklık, rüzgarda uçuşan maşalı saçlar, Hatay
ipekçilerinden alınmış, yarım saat kaynatılmış koza ipliğinden şallar, çiftlik
evinin taş duvar üzerinde sonradan olma Aslan yürekli kardeş de dahil,
Kozcuoğlu kardeşlerin dertleşmesini sevdik.
ASİ'nin sularında gezindik. Kayığımız
bir diziydi. Adı da ASİ.
ASİ yosunu gözlerin, yosun yeşilinde
sevgi görmeyi sevdik. O yosunlara saklanmış balık gibi yüzen sevdayı sevdik. O
çiftçi ruhlu gözlerdeki gizli sevdanın çakmak çakmak ASİ pırıltısında el
çırptık sevinçten. Yakamozumuz oldu geceleri o ışıltılar. O pırıltının demiri
eritip, ASİ Nehri gibi akar, erimiş maden yapmasıyla coştuk
Demir'e, ASİ suyu karıştı. DEMİR,
çelikten bir aşk oldu.
Bu çelik gibi sağlam aşk, maya oldu
tuttu yüreklerimizde. Bizim de aşkımız oldu bir çeşit.
Bir diziydi ASİ. Yazılmış, oynanmış,
çekilmiş. Gel de bunu bize anlat. Ne dizisi. O, bizim gerçeğimizdi. Üstüne
sevgi olmayan sevgi. Üstüne yaşanacak yer olmayan çiftlik hayatı. Üstüne gezi
yeri olmayan çamurlu tarlalar. O yüzden bu dizi dizi yazılar.
Acemi Demirci, 09.11.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder