Çocukluğumuzda en çok soba başında
oynamayı sevdiğim bir oyun vardı. Biz kuzenler o yaşlarda hep bir
aradaydık. Çoğumuz dünyanın bir ucuna
dağılıp gitmemişti. Aramızda ne okyanus vardı ne de başka bir şey. Evlerimiz komşuydu, gecemiz gündüzümüz bir
evde geçerdi.
Akşam yemeklerinde sıkça buluşurdu kardeş
olan anne babalarımız. Yemeği yedikten
sonra haylazlık ederdik küçükken; ama okuma yazma öğrendikten sonra etmez
olduk. Oyunlarımız da değişti.
İsim, şehir, hayvan oynardık biz. O
zaman eski Ankara evleri çok katlı değildi ve evlerde kalorifer bulunmazdı. Üç,
en fazla dört katlı evlerin hepsi de sobalıydı. Üzerinde her daim bir
çaydanlığın cızırdadığı sobalarda kestaneler pişerdi kış günlerinde. Evler,
sobaların üstünde kebap olan kestane ya da patlamış mısır kokardı.
Biz okuma yazma bilmenin ilk olgunluğunu
oyunlarımızdaki değişimle yaşadık. Artık okur yazar olarak, kağıtlı kalemli
oyunlar oynar olduk. Hepimiz elimize birer kağıt birer de kalem alıp, sobanın
etrafına dizilmiş minderlere otururduk.
Sıcak sobanın yanı başında oyunumuza başlardık. İsim, şehir, nehir,
maden oynadık, bağıra çağıra. Bir yandan da sobada patlamış mısırlarımızı ya da
kestanelerimizi yerdik.
Bu oyunu o zamanların hemen her çocuğu
oynadı. Sanırım hemen her yetişkin de çocukluğundaki bu oyunu tebessümle
hatırlıyor.
O oyunu oynamayalı yıllar olmuştu.
Oynamak istesem de oynayacak çocuk kalmamıştı. Yetişkin olmuştuk. Çocuklar
ruhumuz gerilerdeydi yani. Artık kağıtların yerinde klavyeler, kalemlerin
yerinde ellerde fareler vardı. Oyunlarda şehirli, nehirli değil çiftlikli filan
oluvermişti. Kağıt kalemle de oynanmıyordu hem.
Bir gün… O sihirli notaları ilk kez
duyup yıldırım çarpmış gibi televizyonun başına vardığım gün. O ön tanıtımda,
mısır tarlasını gördüğüm an. Ve insan
boyunu aşmış mısırların arasında tam anlamıyla çiftlik tarzı giyinmiş bir çiftçi ruhu gördüğüm gün.
Oyun yeniden başladı.
Oyunda şehir Hatay’dı.
Nehir, Asi’ydi.
Maden, Demir.
Kıta adı, Asya.
Özel isim de ASİ’ye.
Acemi Demirci, 01.11.2012, 09:40
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder