Bir coğrafya dersi konusuydu ASİ.
Güneyin suyuydu, Hatay’ı aşar. Ters akan bir nehirdi. Önceleri sadece buydu
ASİ.
ASİ, ASİ’ye oluncaya dek bu dar tanıma
sıkıştı. Bir çiftliğin tüm sesleri, onca telaşıyla çeşnilenmene kadar
evlerimiz. Çiftliğe giden palmiyeli yoldaki nal sesi kulaklarımıza büyülü
notalarda çalınana kadar. Kulağımızda hoş bir beste, gözümüzün önünde yemyeşil
tarlalar, taş evli bir çiftlik, ağa dedesiyle, deri çizmeli babasıyla, sesi
evin her duvarında çın çın öten burnu her işte Neriman hanımıyla, limoni olunan
yan komşu çiftlikle aktı geldi ayaklarımızın dibine köpüre köpüre. Seyretme
iştahlarını da köpürte köpürte.
İzleyici olduk Asi kenarındaki bir
çiftlik hayatına göz kırpmadan. Evvelce televizyona bile bakmazken öyle aman
aman. Haberlere bakıp, başka işlere dalardık önceleri. Oysa bir çağrı sesine
tutkun olduk birkaç notadan ibaret. Suya düşen damla tınısında.. “Hiç de
seyredilecek bir şey yok” diye yerinirken. Seyrin en doyulmazını karşımızda
buluverdik aniden. ASİ2ye kızlı bir dizinin kuzu kuzu seyircisiydik biz.
Bol etekleri Hatay rüzgarında savrulan,
saçları Hatay yeline kapılmış, başında ne Hatay yeli ne kavak yeli esmeyen bir
kız yürüdü o büyülü notaların saçıldığı tarlalardan beri. Çatlak topraktan ekili dikili toprağa, kırdan bayıra değen
ayaklarıyla.
O bizim evlere girerken biz o çiftliğe
girdik hem de kendi evimizde kendi
koltuklarımızda oturuyor iken. Biz de yaşadık tarlada tapanda. Fatma Ana’nın
mutfaktaki yemeklerinin pişmesini bekledik kokusunu duya duya. Acıktık o yemek yaparken mutfakta, sıkısından.
Suyun yeşili, suyun mavisi oradaydı. Düz
akanı ters akanı oradaydı. Sevdanın katıksızı oradaydı. Güneyin tüm sıcağı,
kavuruculuğu oradaydı. Biz de kavrulduk. Hem de ASİ kenarındayken.
Güneşin hep güldüğü kentin dar
sokaklarından, çiftlik yollarına doğru yola çıktık bir gün. O gün bu gündür de
o yoldayız. Ne varabiliyoruz varacağımız
yere, ne dönüş var geriye. Herkes de memnun halinden.
Acemi Demirci, 18.10.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder